Dün Kocamla hayatımın en zor telefon konuşmalarından birini gerçekleştirdim.
Kelimeler boğazıma düğümlendi.
Almanya’da sabahın körü sayılabilecek bir saatte onu aradığımda herhalde oğlumla beraber “iyi bayramlar” dileyeceğimi sandığı için gülerek açtı telefonu.
Suskundum, ne diyebilirdim ki?
“Haluk, çocuğun kadar kardeşin kadar sevdiğin, yanında çalışmış, ortağın olmuş Faruk lanet bir trafik kazasında yitip gitti” diye nasıl söylenirdi?
Ama söyledim…
Hiç aklımdan gitmeyecek ilk tepkisi; “nasıl olur ya, o daha çocuktu, hayalleri vardı…”
Öyle güzel hayalleri vardı, öyle zor şartlarda kendini yetiştirmişti, öyle çalışkan ve öyle beyefendi ki kimse konduramadı ona ölümü.
Daha 25 yaşındaydı…
Daha 25 yaşında ailesinin sorumluluğunu üzerine almış, yardımlarla burslarla avukat olmuş, stajyer olarak başladığı büroya azmiyle ortak olmuş, hiç yorulmadan çılgın gibi çalışan bir çocuktu.
Gece yarılarına kadar süren enerjilerine ayak uydurmak için uğraşırdı Haluk da. Almanya seyahatine çıkmadan bir gece önce toplanmışlar, bayram sonrası için iş planları yapmışlardı.
Elazığ’da zor şartlar altında yaşayan ailesi için daha yeni ev almıştı, onları Ankara’ya getirtip de gün yüzü gösterecekti.
Muhtemelen sürpriz yapmak için hiç kimsenin, bizlerin bile, haberi olmadan bir araba almış, bayram için ailesinin yanına gidiyordu.
Olmadı…
Kayseri’de bıraktı yaşamı da, yeni arabasını da, hayallerini de…
Dün gece cansız bedeni gitti Elazığ’a, ailesinin yanına…
Ailesi evlatlarının tabutunu bastı bağrına, biz acımızla kahrolduk…
Bayramda trafik kazasında ölenler içinde bir istatistik o sadece…
Ama bir evlat, bir dost, bir kardeş, bir can yitirdi insanlar.
Böyle bir duyarsızlık, böyle bir devlet olabilir mi?
Ben trafik kazasında bir arkadaşımı, iki akrabamı yitirdim.
Eşim yeni baba olmuş kuzenini, evladı gibi gördüğü gencecik bir çocuğu; dostlarım ana babalarını, evlatlarını…
Nasıl bir alışmışlık halidir bu?
Nasıl bir vurdumduymazlıktır?
Nasıl bir terördür ki bu, ne bir muhatabınız var, ne de af yasası çıkarabileceğiniz bir düşman?
Allaha ve kadere inancım sonsuz, hepimizin yazgısı, sonu belli biliyorum.
Ama bu kader değil, basbayağı cehalet, cinayet!
Her gün bunca canın gittiği, bunca canın yandığı bir trafik terörünü kimse kader diye göstermesin, anlatmasın bana…
Biz bu bayramda bir, Türkiye ise onlarca kurban verdi yine ona.
Ama ne yazık ki ve her zamanki gibi ateş sadece düştüğü yeri yakıyor…
Kimse kılını kıpırdatmıyor.
İşte buna isyanım, yoksa kadere değil.
İki gündür perişanım, perişanız. Ağlamaktan kurudu göz pınarlarımız.
Aklımda hep kocamın ilk tepkisi “Olmaz, olamaz… O daha çocuktu ya… Öylesine güzel hayalleri vardı ki…”
Yaşatmadılar, ne onu ne de hayallerini…
İçim yanıyor, hem de çok yanıyor…
17 Kasım 2010