Ben rüya konusuna çok önem veririm.

Her gece bir sürü rüya görür, hatta rüyamın orta yerinde uyanırsam tekrar uyuduğumda kaldığım yerden devam ederim.

Bu sayede Kutuplardan Afrika’ya bütün dünyayı gezdim örneğin…

Dedemle dut ağacının dibinde yine çocuk da oldum, Obama ile tavla da oynadım, Atatürk ile rakı da tokuşturdum, Demirel ile kebapçıya da gittim…

Gerçi mafya hesaplaşmasının ortasında kaldığım ya da Başbakan tarafından sopayla kovalandığım da oldu; ama neyse.

O kadar abuk sabuk, o kadar film gibi rüyalar görüyorum ki Sevgili Beyim çok özeniyor bu halime, “sana bir ara kablo taktırıp izlemek istiyorum” diyor.

Özellikle de hamileyken gördüğüm rüyaları dinlemeye bayılıyordu.

Bir keresinde (ki Bestami boyutlarına ulaştığım zamandı) rüyamda Şanza isimli bir kadının uzaktan beni gösterip de “ayol karısının yarısı bu, karısı bunun iki katı” esprisine kahkahalarla gülen Beyimi görüp; sabahın köründe kendisini geleneksel çimdik yöntemiyle uyandırmış ve “bunda gülecek ne var” diye sormuştum.

Önce anlamadı tabii ama sonra “iyi espriymiş” diye uzun süre dalga geçti benimle.

Ben de “o bayıldığın espriyi yapan Şanza değil, benim bilinçaltım” diye cevap verdim her seferinde.

Neticede o dönemde “bilincim” koca gövdemin “altında” kalmıştı ve böyle şuursuz rüyalar görmem normaldi.

Diyeceğim odur ki; bugüne kadar bu rüyalarımdan hiç rahatsız olmadım.

Ta ki bu sabah Beyim “Türkan isimli elebaşı ile Bursa’da insanları dolandıran rüya tacirleri çetesi” haberini gösterene kadar.

Aralarında “profesörlerin” bile olduğu 50 kişiyi “istihareye yatarak” ikna etmiş ve milyonlarca lira dolandırmışlar ya ne diyeyim?

Peygamber soyundan geldiklerini söyleyen muhteremler; istihareye yatmış ve “helal değil seninki” diyerek öyle herkesin parasını da kabul etmemişler. Bunu gururuna yediremeyen bir işadamı da “vallahi helal; size helal olsun bana müstahak” diyerek çok daha fazla para verip “itibarını” kurtarmış.

Bilim adamları rüya için geçici ölüm hali diyor ya hani; işte ben de merak ediyorum bizim Milletin bilinci ne zaman ebedi istirahata yattı acaba?

Ne zaman o çok övündüğümüz aklımızı kullanmayı unutup bir “köşede” paslanmaya bıraktık ve ne zaman insanların duygularıyla, inançlarıyla oynayarak “köşe dönenler” bu kadar çok arttı?

Ve acaba bizler ne zaman “uyurgezerlikten” kurtulup da çevremizde gezinen “uyanıkları” göreceğiz?

Şair benden güzel anlatmış yine:

Kimlere kaldın ki yalancı dünya?
Her yeri taramış hırsızla kapkaç;
Gariban, mağdurum gözünü dört aç;
Yaşantımız sanki olmuş bir rüya…

Böyle düşüncelere dalmışken; benden hiç beklenmeyecek kadar uzun bir süre yani 2 dakika kadar sessiz kaldığımı görüp de endişelenen Beyim, “e ne diyorsun bu duruma?” diye tekrar sordu bana.

“Rahatsız etme, istirahata çekilmem ve geleceğimiz ne olacak diye istihareye yatmam gerek acilen” cevabını verdim.

Yani beni ararsanız istihareye gittim, dönücem…

12 Ekim 2010