Etiketler
Yaşlanıyoruz, güzel insanlar bir bir yitip gidiyor çevremizden.
Bu nedenle öteki dünyanın buradan çok daha eğlenceli, huzurlu bir yer olduğunu düşünüyorum çoğu zaman.
Türk filmlerinde dendiği gibi kötülere kolay kolay bir şey olmuyor nitekim…
Aslında ölüm, çok ilginç bir bilinmezlik…
İlginç çünkü ne olduğunu, nasıl hissettirdiğini bilen yok ama buna rağmen herkesi eşitleyen bir duygu.
Sadece gidenin değil; bir avluda, bir tabut başında buluşanların da hesaplaşma ve belki de af dileme günü.
Tabii sözüm, vicdanı olanlara.
Ölünün ardından dahi, “iyi oldu, hak etmişti” diye sevinen “sözde” insanlara değil.
Öyle bir an ki o…
Söylenmemiş sözler, gereksiz kırgınlıklar, sonu gelmez mücadeleler, benliğimizi yakıp kavuran öfkeler sıfırlanıyor kısa süre için.
Egolar bir kenara konuluyor, sanki oradan çıkınca tüm dünyayı kucaklayacakmış gibi bir hoşgörü kaplıyor insanı.
Ama insanız neticede…
O ruh hali, beş dakika, bir saat belki de en fazla bir hafta sürüyor.
Sonra hayatın doğal akışına kaptırıyoruz kendimizi.
Hiç ölmeyecekmiş gibi devam ediyoruz yaşamaya.
Kim bilir, sorun da buradan kaynaklanıyor belki…
Hiç ölmeyecekmiş gibi değil, her an ölecekmiş gibi yaşasak belki çok daha başka olurdu dünya ve tabii bizler de…
Daha çok affeder, daha çok özür diler, daha çok sever, daha çok saygı duyardık.
Hırslarımız, yaşayamadıklarımız ya da yaşadıklarımız yönlendirmezdi bizi.
Koca bir kahkaha atmakla kardeş olurdu gözyaşlarımız, hiç utanmazdık ne gülmekten ne de ağlamaktan…
Kazandığımız paralar değil, dostlar önemli olurdu bizim için.
Güneşin altına uzanmış miskin bir sokak köpeği kadar özgür bırakırdık ruhumuzu.
Kimin ne düşündüğünü, ne dediğini boş verir kalbimizi dinlerdik sadece.
Sırt çantamıza hayallerimizi doldurur, koşardık maceraların peşinden.
Arsız bir sokak kedisi gibi, ayrılmazdık biz de gerçekten “istediğimizin” peşinden.
Ne diplomanın ne de kariyerin insanı mutlu etmeyeceğini bilir; çocuklarımıza “iyi insan” olmayı öğütlerdik, “iyi” okulları işleri olsun diye uğraşmak yerine…
Şu kısacık ömrümüzde sadece “huzuru” arardık.
Böylece sırça köşklerimizde geceleri yastığımıza başımızı koyduğumuzda yalnızlığa ve karabasanlara mahkum olmaz, huzur veren bir el ile bir yürek ile ısınırdık.
Ve öldüğümüzde nereye gideceğimizi bilmesek de yaşadığımız her ana şükrederdik.
Tıpkı hiç ölmeyecekmiş gibi değil, bugün ölecekmiş gibi…