Ne akıtacak gözyaşımız kaldı ne edecek bedduamız…

Ne kahkahamız kaldı ne hayallerimiz…

En dipteyiz…

Belki de var olabilecek bütün kötülükleri yaşadık, gördük…

Hiçbir şey bir öncekinden daha kötü, daha kanatıcı değil artık…

Peki biz bu kadar mıyız?

İçi parçalanan, elleri titreyen, göz pınarları kuruyunca kadar ağlayan ama bir Deniz Yıldızını bile kurtaramayan seyirciler miyiz?

Kabullendik mi bir şey yapamayacağımızı?

Kenarda sessiz ve üzgün şekilde izlemek zorunda olduğumuzu?

Biz halk değil miyiz?

Bu topraklar bizim değil mi?

İşimizde, evimizde, okulumuzda bir sorun olsa çözmeye çaba gösteriyor, daha çok çalışmıyor muyuz?

Peki, ev bu “vatan” değil mi?

Yok mu bizi bir araya getirecek ortak değerler?

Ben artık usandım bu çaresiz kabullenişten.

En çok da bu acıtıyor yüreğimi…

Ne bekliyoruz bir mucize mi?

Sadece huzur, barış ve insanca bir yaşam isteyen bizlerin artık ağlayıp sızlanmaktan fazlasını yapması gerek…

Bırakalım kılıçları kalkanları bir köşeye…

Acımızı yine yaşayalım ama artık ne yapabiliriz onu da tartışalım…

Sivil toplum örgütü mü kurulması gerekiyor, kuralım…

Yeni bir parti mi lazım, açalım…

Sözümüz, söylemimiz barış olsun, vicdan olsun ama…

Çocuklarımız yara almasın bu kadar, kadınlarımız ölmesin, insanlarımız perişan ve umutsuz hissetmesin diyelim sadece…

Irkına, diline, dinine, siyasi görüşüne bakmadan “insanı” görelim yine; insan olalım yine…

Bu topraklarda kan yeterince aktı, artık kırmızı çiçekler açsın…

Onca aydın, onca sanatçı, onca bizler bir araya gelmek ve artık sorunu değil çözümü tartışmak için ne bekliyoruz?

Koskoca bir ulus; vatanına, geleceğine, hayallerine, çocuklarına sahip çıkmaktan aciz mi bu kadar?

Bu kadar mı kendi içimize döndük, pes ettik?

Bu kadar çaresiz miyiz yoksa çare biz miyiz?