Ben bir Matruşkayım…
Bedenimi tam ortadan ikiye ayırsam göreceğim ki orada başka bir “can” var…
Benim yediğimi yiyor, içtiğimi içiyor, hatta hissettiğimi hissediyor…
Yani her hareketim şimdiden onun idaresi altında…
Ah benim küçük Matruşkam…
“Seni” minicik bir ekranda şekilsiz bir karaltı olarak gördüğüm gün, 31 yıllık mütevazi hayatımın en korunmasız aşkına tutuldum…
Bizim kızlarla sık sık mütalaa ettiğimiz “aşk oyunu ve kuralları” tümüyle tarih oldu…
Hayatımın bütün kontrolünü ele geçireceğini ve canıma okuyacağını bildiğim halde kendimi sana ve aşkına teslim ettim…
Sana öyle çok şey anlatmak istiyorum ki; biliyorum, ya benim ömrüm yetmez ya da senin sabrın…
Ama hiç boşuna heveslenme… Sana hayatın “mühim” sırlarını sunamam…
Örneğin bir çocuğun kağıttan ya da oyuncak gemi dışında nasıl gemi sahibi olacağını bilemem… Yani diyeceğim o ki, anana güvenip de armatör olmaya kalkma, komik duruma düşer ve belki komikliğin sayesinde bir tatil köyünde animatör olursun…
Ya da seni televizyon kanalı sahibi yapamam… Babandan uzaktan kumandayı kaçırıp istediğin kanalı açabilirsen kendini yeterince şanslı say…
Babanın söylediğine göre din hususunda yoğurtta bile benden fazla kültür olduğundan sana “dini” kullanarak nasıl “büyük adam” olabileceğini de öğretemem.
Ama namusun bir bez parçasında olmadığını; karısının saçının telini göstermemeyi namus belleyen adamların, küçücük kız çocuklarının namusuna nasıl ahlaksızca, vicdansızca göz koyabildiğini anlatabilirim.
Sana milyarlık oyuncaklar alamam…
Ama bir köpeğin başını okşadığında gözlerinin nasıl sevgiyle parladığını, baharı karşılamayı, karda yuvarlanmayı, bir çiçeği koklamayı, kuşlar için pencereye ekmek kırıntısı bırakmayı, simit-peynir ve çayın insanın içini ısıtan lezzetini öğretebilirim…
Hayatın kendisinin bir hazine olduğunu, her yeni doğan günde seninle birlikte yeniden keşfedebilirim…
İyi bir eğitim alman için elimizdeki bütün imkanları seferber ederiz elbette. Ama duvarda asılı diplomaların seni “adam” yapmaya yetmeyeceğini bilir, sana da anlatmaya çalışırız dilimiz döndüğünce…
Sana nasıl zengin olunacağını, harcayabileceğinden çok parayı nasıl kazanacağını öğretemem; çünkü ne baban ne de ben hiç beceremedik…
Ama birbirimize kattıklarımızla, sevgimizle, ailelerimizle, dostlarımızla, evden yükselen kahkahalarımızla, saman alevi kavgalarımız ve öfkelerimizle, sürprizlerimizle, şaşkınlıklarımızla, saflıklarımızla aslında bir sürü insandan çok daha zengin olduğumuzu gösterebiliriz…
Küçük Matruşkam,
Sen daha bilmiyorsun, bu Pazar anneler günü… Televizyonlar ve gazeteler hediye reklamlarıyla dolu…
Anneler gününde, babalar gününde çarşaf çarşaf ilanlara kanıp da cep harçlığını pahalı hediyelere yatırırsan sevinmez, aksine kızarım…
Ama dünyadaki anasız babasız çocukları, evlat acısı çeken anaları düşünür de ne kadar şanslı olduğunu hiç unutmaz ve bir öpücük kondurursan yanağımıza bir “insan” yetiştirdiğimizi düşünür, mutlu olurum…
Sana nasıl kız tavlayacağını da öğretemem. (Hem bu konuda baban ciltler dolusu bir ansiklopedi gibidir, emin ol daha iyi öğretmen bulamazsın)
Ama sana mert bir delikanlı olman; şartlar ne olursa olsun, bir kadının yanında ya da karşısında her zaman yürekli bir adam gibi durman gerektiğini anlatabilirim…
Yaşama dair sana hiçbir garanti veremem oğlum.
Ama bir aşk çocuğu olduğundan, benim seninle şimdiden gurur duyduğum gibi bir ömür boyunca düştüğünde ve kalktığında yanıbaşında olacağımdan emin ol…
Çünkü biz seni değil, sen bizi seçtin oğlum.
Ve bize böylesine güvenip de hayatını sunmaya ve hayatımızı ele geçirmeye karar verdiğin an, yüreğimizi minicik ellerinle tuttun…
Şimdi yüreklerimiz avuçlarında, özlemle seni ve bu heyecan verici macerayı bekliyoruz küçük Matruşkam…
Hadi gel artık…
Annen
9 Mayıs 2008