Etiketler

Hani İstanbullular “Ankara’nın en güzel yanı, İstanbul’a dönüşü” sözünü pek sever ya, ben de sapsarı, fırtınalı bir Ankara havasında, 35 yıllık ömrümün yarısını geçirdiğim Ankara’yı anlatayım istedim.

Sıkıcı derler, kasvetli derler Ankara için…

Bir şehri tanımak için, bir şehri yaşamak gerek oysaki…

Ankara, olması gerekip de sizde olmayanı spot ışıkları altında vadeden bir şehir değildir, İstanbul gibi…

Neyse odur…

Ben hep İstanbul’u 5 yıldızlı bir tatil köyüne, Ankara’yı ise taşra pansiyonuna benzetirim.

5 yıldızlı tatil köyünde “her şey dahildir”, sınırsız hizmet sunar. Sizi de kısıtlamaz, ister parmak arası terlikle gezersin, istersen pullu payetli elbiselerle.

Eğlence, müzik boldur. Gidip de kafamı dinleyeyim diyemezsin, ortama uyum sağlarsın. Diğer yandan elini tutup dans ettiğinin, takım arkadaşı olup da maç kazandığının adını bile bilmezsin çoğu zaman.

Otelden dışarı çıkma ihtiyacı duymazsın, çünkü her şey elinin altındadır, dışarıdaki dünya önemsizleşir senin için.

Taşra pansiyonlarında ise, yemek 3 öğündür, saatleri bellidir. Belli bir düzeni vardır, erken gideyim de açık büfede yer kapayım derdine düşmezsin.

Bir gece kalsan, pansiyon sahibinden diğer konuklara hatta ortalıkta gezinen kedi, köpeğe kadar herkesin ismini, dahası hayat hikayesini öğrenirsin.

Eğlenceni kendin yaratırsın. Daha çok sohbet eder, daha çok okur, daha çok izler daha çok keşfedersin çevreni ve olduğun yeri.

Yıllar önce Ankara ve İstanbul hakkında bir yazı okumuştum.

“İstanbul’da deniz olduğu için, insanlar rahatlıkla yüzünü denize, sırtını diğerlerine dönebilirler, ama Ankara’da hep yüz yüze bakmak zorundasın, insanlara sırtını döneceğin, kaçıp gideceğin bir deniz yoktur” diyordu yazıda.

Doğrudur…

Ankara’da insanlar kolay kolay birbirlerine sırtını dönmez, dönerse arkasındakini incitmekten korkar; yüzünü dönüp kaçacağı bir denizi yoktur çünkü.

Bu arada denizi olmayan Ankara’da en güzel deniz ürünleri yenir.

Mezesi de siyasettir, mutlaka ülkeyi kurtarırlar ikinci kadehten sonra.

Bayram ziyaretine gider, komşunun çocuğunun yalnızca hangi okula gittiğini değil, derslerinin nasıl olduğunu da bilirler.

Ankaralılar tuhaftır, 3 kişi bir araya gelse hemen sıra olur. Nitekim acelesi yoktur “bugün git, yarın gel” felsefesine alışıktır.

20 dakikalık mesafeye “çok uzak” der; trafikte yarım saat beklese söylenir.

Ama “dikkat siyasetçi çıkabilir” uyarısına ve trafiğin ona göre yönlenmesine aşinadır, çünkü çevresi her daim resmi plakalı araçlarla doludur.

Kendisi de resmidir, markete bile takım elbiseyle gider neredeyse.

Siyah, gri ve lacivert dolabının başköşesindedir. Siyah takım elbisesi olmayana Ankaralı denemez kolay kolay.

İstanbullu farklı renklere alışıktır, Ankaralı farklı milletlere; çünkü her milletten Elçiliğe ev sahipliği yapar.

Pek çok rengin içinde kendi karanlığına bürünmüşlerin aksine; gri bir şehre bin bir renk sığdırır Ankaralı.

Az gördüğü güzel havanın, sahip olamadığı denizin kıymetini bilircesine sarılır kış güneşine dahi; hemen mutlu olur.

Kış ayında pastırma yazına; şimdi olduğu gibi baharda çıkıp gelen apansız fırtınaya bile coşkuyla karşılık verir.

Çünkü hayat kolay değildir grilere bürünmüş Ankara için ve o nedenle çabucak uyum sağlar grisi bol Ankara insanı, her renge, her duruma…

Güzeldir, Angaralı olmak…

Aidiyettir, kalabalıklar içinde yalnız kalmamaktır…

Sırtını yaslamak, güven duymaktır…

Başkentin göbeğinde Anadoluluğunu yitirmemektir…

Birbirini tanımak, gerçekten dinlemek, sevince ve derde ortak olmaktır…

Fırtınalarda aynı çatının altına sığınmak; gökkuşağını aynı sevinçle paylaşmaktır…

Denizi, manzarası yoktur ama sıcaklığı vardır Ankara’nın; yalnız bırakmayan sarıp sarmalayan dostluğu vardır.

Cumhuriyetin başkenti olmasının gururu vardır…

Ben Angaralı değilim, ama mutluyum Angaralı gibi hissetmekten…

İstanbul’un her türlü cazibesine, gücüne, ateşine, rengine, ışığına inat; gri bir şehirde bin bir rengi yaşıyor olmaktan…

Yorucu her İstanbul seyahatinden sonra bir “yuva”nın beni beklediğini bilip, koşarak dönmekten…

Türkan Şanverdi Avcı

18 Nisan 2012