Uzun zamandır yazmak gelmiyor içimden.
Yıllık iznime değil ama “sığlık” iznime çıktım; bir nevi kafa tatili…
Zira kelimelere küstüm resmen, duygularımı anlatmakta yetersiz kaldıkları için…
Neyi yazayım ki?
Ortadoğu’daki Mısır döngünü mü?
Kendi yurdumdaki kısır döngü hesaplaşmaları mı?
Bodrum’a kaçmış ünlüleri mi?
Yoksa “Babam hapisteyken ne yazı ne tatili, unutursam kalbim kurusun” diyen kız çocuğunu mu?
17 yaşındaki Esma’nın sokakta vurularak öldürülmesine üzülüp de gözyaşı döken yöneticilerimizle mi gurur duyayım?
19 yaşındaki Ali İsmail’in sokak ortasında dövülerek öldürülmesine sessiz kalanlara mı kızayım?
Öz kızını taciz eden babaların tutuksuz yargılandığı ülkemi mi sorgulayayım, suçsuz yere hapis yatanların hesabını mı sorayım?
“Ah nerede o eski bayramlar” diye mi hayıflanayım, her bayramda yollarda trafik terörüne kurban verdiklerimiz için mi?
Suriye’de katledilen çoluk çocuğa mı ağlayayım, kendi ülkemde babasız kalmış bunca çocuğun müsebbibinin baş tacı edilmesine mi?
Neyi yazayım, nasıl anlatayım, kendim anlayamadıktan sonra?
Adaleti mi, vicdanı mı, sevgiyi mi, hoşgörüyü mü; bilmem ki hangi birini arayayım?
Çok sıkıldım, çok bunaldım…
Kelimelerimi yitirdim, çünkü hiçbiri yeterince ifade edemiyor duygularımı.
Renkleri özledim…
Yaklaşan sonbaharla birlikte bütün kurumuş yapraklarımı dökmek istiyorum, sağanak yağmurlar altında.
Yenilenmek, yeniden gökkuşağının bütün renklerini görmek istiyorum.
Hayata dair güzel şeyler yazmak istiyorum.
Çocuğumla birlikte dalga geçmek, kahkahalarla gülmek, ama her bir gülüşün ardından vicdan azabı duymadan…
Huzurla sarılmak ona, sarılmaya hasret olanları düşünmeden…
Anın tadını çıkarmak, yaşanmamış anılara hüzünlenmeden…
Doyasıya sevmek, sevmekten yoksun olanların yapabileceklerinden korkmadan…
Yeniden aşkla bağlanmak, kelimelerin büyüsüne ve gücüne…
Çıkmak istiyorum “sığ”lık iznimden.
Ama nasıl yapacağım bilmiyorum…