Dün akşam Başbakan’ın katıldığı televizyon programında ağlamasına ilişkin bir sürü eleştiri okudum.

Baştan söyleyeyim, ben gözyaşlarının sahte olduğuna inanlardan değilim.

Baba olmasını geçtim, insan olan herkes bir babanın evladına yazdığı o veda mektubundan öyle etkilenirdi.

Kendini o babanın, evladını da o genç kızın yerine koyardı.

O nedenle ben sinirlenmedim gözyaşlarına, içtenliğini de sorgulamadım.

Zira ben erkeğin, kadının, yöneticinin, kısaca “insanın” ağlayabilenini severim.

İster mutluluktan, ister hüzünden olsun içtenlikle akan gözyaşlarına saygı duyarım.

Tek arzum, o gözyaşlarının aynı samimiyetle tüm günahsızlar için, adaletsizlikler için akıtılmasıdır…

Çünkü ırklara, dinlere, kavimlere, medeniyetlere rağmen rengi değişmeyen tek şey “gözyaşı”dır bana göre.

Çünkü aslında renksizdir gözyaşları…

Türk’ün de, Kürt’ün de, İngiliz’in de, Ermeni’nin de, Müslüman’ın da, Yahudi’nin de, Katolik’in de, Ateist’in de aynı şekilde, aynı renksizlikte akar.

İçinde bin türlü acıyı, öfkeyi, hırsı, çaresizliği, intikamı, aşkı, özlemi barındırsa da görünüşte hep saydamdır.

Asıl mesele, “senden, benden” diye değerlendirmeden akan yaşları dindirmek…

O yaşları dökenin yüreğini görebilmek…

Irkına, diline, dinine, dünya görüşüne aldırmadan karşındakinin göz bebeğinin içine dosdoğru bakabilmek…

Dünya üzerindeki her insan için, her canlı için aynı acıyı hissedebilmek ve içselleştirmek…

Her anayı kendi anası, her evladı kendi evladı gibi görmek…

İnsanlık var olduğundan beri akan gözyaşlarının niye dinmediğini sorgulayabilmek…

Ve her damla renksiz yaşta, belki de kendi karanlığımızın, hatalarımızın saklandığını fark edebilmek…

Sebebi olduğumuz her bir damla için, af dileyebilmek…

Hangi renkten, dinden, ırktan, görüşten gelirse gelsin gözyaşlarının özünde renksiz olduğunu hiç unutmamak…

Ya da bütün insanlığı eşitleyen tek renk olduğunu…