Ağlıyorum hem acımdan, hem de utancımdan…

Ruhum tükendi, içim kurudu…

Sanki görünmez, ağır bir yük var omuzlarımda ve uykumda dahi sürekli baskı yapıyor bütün benliğime…

Daha ne kadar acıya katlanabiliriz, ne kadar ağlayabiliriz, ne kadar öfkelenebiliriz, var mı bunun bir sınırı bilmiyorum.

Ama çok yorgunuz, hem de çok…

Bütün çabamız “yaşamak” olsun isterken, artık tek gayretimiz “hayatta kalmak”.

Yaslarımızın da yaşlarımızın da süresi kısaldı. Çünkü daha birini anlayamadan, bir diğeriyle karşılaşıyoruz.

Evimizde, çocuğumuzla neşeli oyunlar oynarken, bir anda kesiliyor kahkahalarımız, doluyor gözlerimiz, kabarıyor öfkemiz.

Yıllardır “çok güldük, Allah ağlatmasın” diye diye gerçekten de mahrum bırakıldık galiba gülmekten.

En kötüsü de, gözyaşlarımızda bile buluşamaz hale geldik.

Söz konusu olan tek bir çocuk da, yüzlerce insan da olsa fark etmiyor; paramparçayız.

Sadece suçluyor, sadece suçlanıyoruz.

Ne ölene üzülebiliyoruz, ne de neden oldu diye sorabiliyoruz.

Aklım almıyor “Hükümeti yıkmak için bahane arayan ölü seviciler” diyeni de; “Soma’da AKP yüzde bilmem kaç oy aldı” diyeni de…

El insaf yahu!

Bu mudur çözümünüz?

Siyasi seçiminden dolayı insanları suçlayıp, vicdanlarınızı rahatlatıp bir kenara çekilmek midir?

Bu kadar büyük bir facia bile mi hatırlatamaz size, “insan” olduğunuzu?

Hiç mi düşünmezsiniz “kara” bir madenden “aydınlık” haber bekleyenleri?

Eşine, evladına, akrabasına umut ve acı gözyaşları dökenleri?

O toprağın altında bir nefes, bir ışık için dua edenleri?

Soma’da yaşananlarla ağırlaşan yüreğim kadar, ağır bir yük var aklımda, içimde…

Ne haldeyiz biz?

Karanlık bir toprağın altında yaşam savaşı veren masum insanlar mı, yoksa bizler mi daha kötü durumdayız?

Ölmek mi daha kötü, içinde vicdan olmadan yaşıyor olmak mı?

Kara, kapkara mıyız biz bu kadar?

So(r)mayın ne haldeyim…

Ağlıyorum hem acımdan, hem utancımdan…