Ağır bir karabasan çöktü üzerimize…
Yüzlerce insanın ölümüne yol açan, vahşi bir cinayetin seyircileri olarak travma yaşıyoruz hepimiz.
(Bütün delillerin ortada olduğu bir cinayete, kader ya da Takdir-i İlahi demek fıtratımda yok, o nedenle hiç kusura bakmayın)
Gazetecilerin pek severek kullandığı tabirle “yürek burkan” hikayeler, matkap oldu içimizde, deşiyor her gün benliğimizi.
Bütün ışıkları yanık da olsa, kocaman bir yas eviyiz…
Ama ne gözyaşı, ne de metanet var yasımızda; tekme tokat, küfür kıyamet bir yas bizimkisi…
Saçma sapan, karmaşık bir ruh hali içinde, hatta bence deliliğin sınırındayız.
Sanki hepimiz bir açık hava tımarhanesinde, tedavi edilmesi mümkün olmayan mahkumlar olarak yaşıyoruz.
Çünkü çok uzun zamandır, ölümü, acıyı, gözyaşını bile “senden benden” diye ayırma noktasındayız.
İçinde bulunduğumuz kimliklerden, taşıdığımız görüşlerden arınıp da bir faciayı içselleştiremeyecek kadar zavallıyız.
Saygısız, hoşgörüsüz, tevazusuz birer kibir abidesiyiz…
Çünkü hepimiz cahiliz, okumakla geçecek zihinsel bir cehalet de değil üstelik bu; insanlık cahiliyiz, yürek cahiliyiz…
O cahil cesareti de birbirimize saldırmamızı sağlayan bir güç veriyor bize…
Başarı da başarısızlık da, sevinç de keder de “kavgamız” için bir detay sadece.
Gerçekte, hiçbirimizin zerre kadar değeri yok bir diğeri için!
Ne Bakanın gömleği kadar varız aslında, ne de orada hangi marka gözlükle ya da çantayla bulunduğumuz kadar…
Hepimiz koyu kopkoyu bir karanlığın dibinde, anlam odasından yoksun bekliyoruz, kimin nefesi daha çabuk tükenecek diye…
Günışığına çıkaracak bir el varsa şayet, bana uzansın o el diye tetikteyiz.
Belki birlikte bulacağız çıkış yolunu ama düşünemeyecek kadar öfkeliyiz, panikteyiz.
Mücadele değil bizimkisi, kavga!
Birer gömleğin altında sürdürdüğümüz acımasız, vicdansız bir kavga…
Bir çıkarabilsek o gömlekleri üzerimizden, belki de yeniden hatırlayacağız hepimizin aynı karanlıkta beklediğini…
Ve böyle giderse, hiçbirimizin gün ışığını bir daha göremeyeceğini…