18 Ağustos Pazar…

Bir aile büyüğümüzün cenazesi için İzmir’deyiz, güzel İzmir’in gökyüzünü beyaz ve siyah karışımı bulutlar kaplamış…

Eşim diyor ki “Ne çok bulut var, acaba yangın mı çıktı bir yerlerde?”

“Yok yahu” diyorum, “Çok rüzgar var ya, bulut toplamıştır”

Meğer haklıymış… Ormanlar, hayvanlar cayır cayır yanıyormuş o sırada, çaresiz ve ürkmüş bir halde yaşam mücadelesi veriyormuş.

Meğer yine aynı gün bir Bulut kız çocuğu “Ne olur ölme anne” diye ağlıyormuş…

Ve bir Bulut kadın “Ölmek istemiyorum” diye haykırıyormuş…

Ne farkı var ormanda çaresizce kurtulmaya çalışan kaplumbağanın o kadından?

İkisinin de gücü yetmiyor işte zalimin ateşine…

Ne farkı var sönse bile içten içe yanmaya devam eden o ağacın, annesinin gözleri önünde öldürülmesine şahitlik eden o kız çocuğundan?

Bizim izlemeye içimizin dayanmadığı o sahneyi hayatı boyunca taşıyacak yüreğinde; göstermese görünmese bile içten içe yanmaya devam edecek…

O görüntüler kaydedilmese, bir kadının ölmeden önceki son yakarışına bir çocuğun çaresizliğine hiç tanık olmayacaktık belki…

Okuduğumuz, izlediğimiz bir kadın cinayeti haberi daha olarak geçip gidecektik…

Zalimin zulmü böyle çarpmayacaktı yüzümüze, bu kadar utanmayacaktık sözde “insan” olmaktan…

Bu kadar aciz, bu kadar öfkeli hissetmeyecektik…

Bir tavşan yavrusu “ölme anne” diyemez, bir anne geyik “ölmek istemiyorum” diyemez ama annelik tüm canlıların yürek atışıdır…

İnsan kadar hayvan da muhtaçtır annesine, insan kadar hayvanın da kalbi endişe ile çarpar yavrusu için…

Ne yazık ki doğaya, insana, çocuğa en çok zarar veren, en vicdansız olan da “insan” bu dünyada…

Hani aklıyla kibirlenen, kendini üstün gören “sözde” insan…

Sosyal medya hesaplarımızda paylaşarak dinmeyecek bu acılar…

Görmediklerimizi, şahit olmadıklarımızı dahi içimizde hissetmeden sönmeyecek bu ateş…

Yanan ormanlarda “çok şükür can kaybı yok” diyen, katledilen kadınlarda “iyi hal indirimi” uygulamayan, tacize tecavüze uğrayan minicik çocuklar için kaplan kesilmek yerine “münferit olay” diye geçiştirmeyen bir adaleti sorgulamadığımız sürece bulutlar o kadar yakın o kadar yakıcı ki; gün gelip hepimizi saracak…

Çünkü zalim “ateşiyle” harlamaya devam ediyor Cehennemi…

Peki ya biz?

Çıkacak mıyız, yoksa ya diri diri ya da içten içe yanmaya devam mı edeceğiz bu her yerimizi kaplayan Cehennem bulutu içinde?