Su Gibi Ol, Sevdiğinin Yüreğini Ferahlatan…

Sevgili Oğlum,

Yine sonbahar geldi, yine yağmurlar, soğuklar bize merhaba dedi…

Ama ben başkalarının aksine sonbaharı çok severim. Çünkü bir sonbahar günü sen geldin hayatımıza ve bir sonbahar günü babanı tanıdım.

Yani hayatımdaki en değerli iki varlık, sonbaharın hediyesidir bana.

Ve bu sonbahar günü ilk defa smokin giydin sen…

Siyah smokin ve kırmızı papyonunla öyle şeker görünüyordun ki ağlattın beni…

Kadın işte, bir anda senin büyüyüp de evlendiğin günleri hayal ettim.

Yanında sevdiğin kadın, gururla mutlulukla yürüdüğünü düşündüm.

Görür müyüm bilmiyorum o günleri, ya da belki hiç evlenmek istemezsin, kim bilir?

Yine de hayali bile mutlu etti beni…

Bilir misin insanlar “yuva kurmak” der evlenmeye…

Ama aslında her ev de her evlilik de “yuva” değildir gün yüzlüm…

Dört duvar, bir ocak ve hatta çocuklardan oluşmaz yuva.

Bir eve yerleşip onu en pahalı mobilyalarla dayayıp döşeyebilirsin.

Oysa içini ısıtan, gözlerinin ışıldamasını sağlayan eksikse sadece bir barınaktır o…

Ve lüks apartman dairende yaşadığın “ev”lenmek değil, “kat”lanmaktır…

Yüzünde gülümse olsa dahi ruhun ve aklın hüzünlüdür, uzaklardadır…

Sakın kendini böyle bir kapana koyma oğlum…

Ne kendine ne de bir kadına bunu yaşatma…

Toplum istiyor diye, öyle olması gerektiği için, laf olsun diye değil; gerçekten istediğinde kur yuvanı…

Sadece yüreğini dinle, başkalarını değil… En doğru cevapları o verecektir sana.

Sevgi emek ister oğlum…

İlmek ilmek örmeli, avucundaki bir kelebek gibi nazik davranmalısın ona…

Boyun eğmemelisin suni sorunlara, baş kaldırmalısın…

Kimseye laf söyletmemelisin… Sevdiğinin elini daha da sıkı tutmalısın cevap olarak…

Senin duygularından, üzüntülerinden beslenen duygusal vampirlere kapılarını da yüreğini de kapatmalısın…

Risklere girmelisin… Hatta daha yükseğe zıplamak için gerekirse birkaç adım gerilemelisin…

Göze almalar, çılgınlıklar, iyi ki’ler olmalı hayatında… Ki kaçırılmış fırsatlar, bastırılmış duygular, harcanmış yıllar olmasın…

Sımsıkı sarılmalısın hissettiklerine, sevdin mi düşmelisin peşine…

“Onun” değil, “sevginin” peşine…

Ama kimseye de hak ettiğinden fazla zaman, sevgi, emek ve değer vermemelisin… Kendi değerini hiç unutmamalısın…

Tıpkı “su” gibidir sevgi…

İster çeşmelerden dökül, istersen gökyüzünden yağ, ister ırmaklar dolusu ak yine de dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın…

Seni dinlemeyene sesini duyuramaz, görmeyene kendini gösteremezsin…

Dilerim sen “su” ol bebeğim… Su gibi güzel, vazgeçilmez, yararlı…

Öyle ki sevdiğin varlığınla ferahlatsın içini…

Ve birlikte çoğalarak, çağlayarak akın okyanuslara…

İşte o zaman “yuvam” diyebileceğin bir yere sahip olmuşsun demektir…

Tıpkı bizim gibi…

Annen
14 Ekim 2010

Her Başa(ğ)rılı Erkeğin Ardında Bir Kadın Vardır…

Sevgili Oğlum,

Dün sana evlilikle ilgili duygusal bir yazı yazınca Baban “reklamları bırak da gerçeği anlat Hanım” dedi bana akşam.

O yüzden sana bir de babanın ağzından yazayım evliliği.

Genel içerik babana ait olup, seslendirme ve yorumlama bana aittir.

Bak oğlum, evlilik dediğin her başa(ğ)rılı erkeğin ardında bir “kadın” olması durumudur özetle…

Kadın kısmının isteği hiç bitmez zira.

Aşk verirsin, para ister; para verirsin, ilgisizlikten dert yanar; ilgi gösterirsin, sen başka kadınlara da bu kadar ilgili misin bakayım diye sorarlar…

Ben çözüm olarak büyük karton kağıtlara “ilgi, şefkat, sevgi, arzu, para, sadakat” gibi temel kelimeleri yazdım ve gerekli durumda çıkarıp gösteriyorum annene.

Aslında evlilik konusunu sürekli yatırım yaptığın ama yıllık bilançona bakınca pek de karlı olmadığın bir anlaşmaya da benzetebilirsin.

Yılın her günü “karımlar” vergisini ödemen gerekir çünkü.

Çocuk da yaparım kariyer de diye tuttururlar ama çocuğuna bakması için bir kadın, karına bakması için başka bir kadın tutarsın.

Yine de telefonda “akşam ne yesek acaba?” cevabını duyarsın.

Bakma sen eski zaman kadınlarına.

Onlar dere kenarında çamaşır yıkarken fasulye ayıklar, çocuğunu ayağında sallarken dikiş dikerlermiş.

Lakin bu modern kadınların en büyük becerisi alışveriş merkezlerinde indirimleri takip etmek ya da toplantı esnasında evde bekleyen kadına akşam ne pişireceğini mesaj olarak göndermek…

Yine de söylemeden geçemeyeceğim ki annenin yemek konusundaki yaratıcılığını takdir ediyorum.

“Sarma yaptım kocacım” diye önüme tek bir dev asma yaprağına sarılı pirinç poturcuklarını koyduğu; karidesli risotto diye çiğ pirinç taneleri yedirdiği; zencefilli tavuk adı altındaki suikast girişiminde toz yerine tane zencefil kullanarak dişimi kırmışlığı mevcuttur.

Hele bir imambayıldı girişimi vardı ki, emin ol imam gelse o dakika bayılırdı korkudan!

Senin ve benim can güvenliğimiz için bizim evin temel emektarları olan çamaşır ve bulaşık makinesi ile mikrodalganın dışında; kızartma, ekmek yapma, Türk kahvesi pişirme, yumurta haşlama gibi bilumum makineler ile salata kurutucu, havuç soyucu, domates dilimleyici gibi her türlü eylemi başarıyla ve üstelik annenden çok daha sessiz (!) gerçekleştiren bir sürü alet edevat bulunuyor o yüzden…

Sakın unutma oğlum, kadınlar hele de evlilikte insanüstü bir çaba beklerler senden.

Hem kendisiyle, hem çocuğunla ilgilenmeni, hem kültürel ve sosyal faaliyetleri takip etmeni, hem başarılı hem entelektüel olmanı isterler.

Yorgunluk belirtisi gösterme aman, yoksa sitem ederler.

Misal annen “Hayatım anlamıyorum ki niye surat asıyorsun? Ne güzel evimiz var, çocuğumuz var, arabamız var, dostlarımız var, paramız var, işin var” der hep bana.

Anlayacağın sadece iş erkeklerindir, kalan hepsi ortaktır.

İstediğin sorudan başlayamayacağın bir sınav halidir genelde.

Annen her sabah giyindiğinde “bu elbise beni çok mu şişman gösteriyor” diye sorar, “yok canım” dediğimde ise cevabı “ne yani az mı şişman gösteriyor” olur.

Panik yapmamalı, her durumda sükunetini korumalısın evladım.

Kabul edeceksin bir kadını asla çözemeyeceğini…

Cümlelere “evet ama” diye başlayıp, her zaman “soru işareti” ile bitireceğini…

Tanrının evreni yaratıp dinlendiğini, erkekleri yaratıp dinlendiğini ve sonra kadınları yarattığını; o günden sonra da ne Tanrının, ne evrenin, ne de erkeklerin bir daha dinlenemediğini…

Hatta belki de sırf “çok biliyorsan kendin yap be kadın” diye kadına doğurma gücü verdiğini…

Kabul edeceksin teslimiyetini…

İşte o zaman keyifli bir oyun, keyifli bir birliktelik olur bu.

Aksi halde annenin süslü püslü laflarla ifade ettiği gibi “kat”lanmaktır hayatın…

Baban
15 Ekim 2010

Bizim Evin Halleri…

Duydum ki annemle babam bizim evi anlatmışlar; bir de benden dinleyin istedim.

Neşeli bir evdir bizimkisi, öyle kavga patırtı pek yaşanmaz.

En büyük karmaşayı ben ve annem yaratırız.

İkimiz de hediyelik eşya dükkanındaki fil gibi sakar olduğumuz için sürekli bir şeyler kırar ya da dökeriz.

Laf aramızda, annem benden daha sakar ve gürültücüdür. “Zaten bir çocuğum vardı, şimdi iki oldu” diye hayıflanıyor babam.

Babam sakin bir adamdır ve evin tek otoritesidir, en azından biz öyle davranıyoruz. Avukat olduğu için herkes ona bir şeyler sorar.

Annemin ne iş yaptığını pek anlayamadım. “İletişimciyim” diyor ama o ne demek, neyi iletiyor henüz çözemedim.

Ev işlerinden, yemekten, ütüden de pek anlamaz. Babam “bizim eve son ütücü gerek hanım” der ona sık sık.

Yemeği de genelde biz babamla yaparız ama birkaç kere onları yakmaya çalıştığım için çakmağı bana vermiyorlar artık!

Annemin en iyi yaptığı yemek ise buzluktakileri mikrodalgada ısıtmaktır!

Ama annemle birlikte turta yapmayı çok severim, hamuru ben yoğururum, her yer un yumurta olur; babam da bize kızar yine de çok eğlencelidir.

Bizimkiler çok akıllı tipler değildir, ama komiktirler.

Örneğin bebekken elimdeki oyuncağı yere atıyordum, alıp bana veriyorlardı, tekrar atıyordum, tekrar veriyorlardı; beni alıp yere oturtmak gelmezdi akıllarına. Ben de çok gülerdim bu hallerine. Yavaş yavaş büyümeye başladılar, “kalk kendin al” diyorlar artık bana.

Bir de görseniz çocuk gibiler, her şeyden mutlu oluyorlar.

Çişimi ilk defa tuvalete yaptığımda sanki üniversite kazanmışım gibi alkışlarla birbirlerine sarıldılar; hatta annemin gözünde bir iki damla yaş bile gördüm.

Annem zaten çabuk ağlar… Bana bakar ağlar, babama bakar ağlar, haberleri izler ağlar, kitap okur ağlar. Babamın söylediğine göre bana hamileyken King Kong izlerken bile ağlamış.

Ben de çabuk ağlarım ama bugünlerde bir “ağlama odası” yaptılar, eski keyfi kalmadı ağlamanın. Mızmızlık yaptığımda oraya gönderiyorlar, canım sıkılıyor tek başıma, çabuk dönüyorum.

Henüz kimin çocuğu olduğumu anlamadım.

Güzel bir şey yaptığımda “afferim benim oğluma” derler; yaramazlık yaptığımda ise “şu oğlunla biraz ilgilensene” diye birbirlerine seslenirler.

Uyumayı pek sevmiyorum ama annem uyumam gerektiğini söylüyor, genelde de benden önce o uyuyor! Onu uyutunca ben de babamın yanına gidip onunla birlikte film izliyorum. Öyle zamanlarda babam annemin yanına gidip “ne yapıyorsun” diye soruyor, elindeki yastığı pışpışlarken “çocuğu uyutuyorum, sen keyfine bak” diye cevap veriyor annem!

En yakın arkadaşım, köpeğimiz Cathy. Benim boyumun yetişmediği kapıları iki ayağının üzerine kalkıp açıyor. Bir de elimdeki yiyecekleri kaçırıp da yemese…

Bizimkiler siyaseti çok sever, bol bol da tartışırlar. Annem geçenlerde “herkes o kadar sağa kaydı ki, biz mecburen solda kaldık” diyordu babama.

Benim siyasi görüşüm ise çok net; Shrek’in Başbakan olmasını istiyorum! Ayrıca Miki Fare, Gufi, Pepe, Tiger ve Şimşek Mq Queen’in de Bakanlık alması şart.

Büyüyünce ne olacağıma daha karar vermedim.

Doktor ya da tamirci olabilirim.

Ama bakkal da olabilirim, çünkü en çok sakız ve gazoz orada var.

Artık gitmem gerek; annem uyandı ve beni aramaya başladı.

Geldim anneeee, ağlama…

Yiğit Fuat Avcı
17 Ekim 2010