Resim 032

Canım, sevdiğim, dostum, sırdaşım Dedem…

Nurlar, ışıklar içindesindir eminim, seni çok ama çok özledim, çok seviyorum…

Sana yazdığım yazı hala ağlatıyor beni, üstelik eksiği yok fazlası var…

Yufka ekmeğini senden sonra öyle keyifli yemedim, karadutu sevemedim, salıncakta oğlumu sallarken seni anlattım… 

Elbisen odamın başköşesinde, sen ise yüreğimin…

İyi ki vardın, iyi ki benim çipil gözlü, güler yüzlü Dedemdin…

Dedemin Takım Elbisesi

Denizli’nin minik bir köyünde yaşardı benim çipil gözlü dedem…

Sadece ilkokulu bitirmişti köyündeki bütün çocuklar gibi… Yine de benim gördüğüm, tanıdığım koca profesörlerden bile zengin bir bakış açısına ve anlayışa sahipti…

Hayatında başını sokacak minik bir damından başka malı mülkü olmadı… Ne bisiklet aldı bize, ne de cebimize para koydu… Ama çok daha değerlisini, yüreğini bitmek bilmez sevgisini koydu cebimize, gönlümüze, aklımıza…

Onların evinde, yaşlı heybetli dut ağacının dibinde, çıtır çıtır yanan sobanın başında geçirdiğim anlar benim şımarık çocukluğumdu…

Bizi görünce minik gözleri güneş gibi parlar, yaramazlıklarımıza rağmen sesini hiç yükseltmez, ne istesek yapar, hatta babamdan gizli dut ağacına tırmanmaya çalışırken bize gözcülük ederdi, yakalanmayalım diye…

“Geliyoruz dede” diye telefon açtığımız an traşını olur, en sevdiği pantolonunu giyerdi çizgili pijamasının üzerine… Hemen buzdolabına sevdiğimiz meyveleri doldurur, babaannemle halamı sacın başına oturtur yufka açtırırdı… Sonra da eskimiş tahta sandalyesini kapının önüne çeker, gözü yolda, kulağı arabamızın kornasında bizi beklemeye başlardı…

Yine de ben en çok habersiz gitmeyi severdim… Kocaman bir hediye paketi bulmuş çocuk gibi aydınlanırdı yüzü ve her seferinde “biliyordum geleceğini, bu sabah çok keyifli uyanmıştım” derdi…

Bütün torunlarını çok severdi ama hep “kızım başka” derdi de diğerlerini kızdırırdı bana olan düşkünlüğüyle…

Büyüdüm, aşık oldum… Bir gün yine habersiz gittim evlerine, uzun sohbetlerimizin evsahibi dut ağacının dibinde “dede ben seviyorum, evleneceğiz” dedim. “Sen sevdiysen münasip biridir, ama seni üzerse acımam bilesin” dedi…

Ben döner dönmez de telefon açtı “takım elbisemi aldım, düğününde karşılıklı oynayacağız seninle” diye…

Tam dört yıl boyunca, o takım elbiseyi bir kere bile giymedi. Kaç bayram geçti, benden küçük torunlarının düğünleri oldu ama bütün ısrarlarımıza rağmen o her zaman “bunu kızımın düğününde giyeceğim” derdi.

Benim kafamda soru işaretleri oluştuğu, inancımı yavaş yavaş kaybetmeye başladığım günlerde bile o hep benim düğünümün hayalini kurardı…

Hiç unutmuyorum, son gecesinde konuştuk telefonla “dedeciğim nasılsın” dedim, “iyi değilim” dedi… “Hemen toparlan kalk, ben düğünümde o takım elbisenin bir köşede oturduğunu görmek istemiyorum, sözün var oynayacağız seninle karşılıklı” dedim… “Sen istersin de oynamam mı, söyle o damada sosyetik düğün istemem çiftetelli çalacak” dedi…

“Hele sen bir iyileş ben sana davul zurna çaldırırım” dedim… “Hem bak bu akşam yola çıkıyorum, yanına geliyorum, sabaha yufka ekmeğim masada olmazsa bozuşuruz” diye ekledim…

Ama ilk kez o gün beklemedi beni dedem… Yetişemedim…

Eve girip de duvarda asılı olan takım elbiseyi görünce dut ağacının dibinde oturup “affet beni” diye ağladım… “Affet beni, hayatta en çok istediğin şeyi sana yaşatamadım…”

Beklediği düğün hiç olmadı… Takım elbisesi ise yıllardır benim dolabımda duruyor…

Dolabın kapısını her açtığımda o sıcak sevgi, inanç ve hayaller bana güç veriyor… Gülümseyen minik gözleri sarıyor beni…

Her seferinde bir amaca tutkuyla, aşkla bağlanmayı, vazgeçmemeyi ve hayatımı ertelememeyi hatırlatıyor…

Dedemin “takım elbisesi” acısı hiç geçmeyen bir kağıt kesiği yüreğimde… Kimse görmüyor belki, ama derinlerde bir yerde ince ince sızlıyor…

2007……

(Bu yazıdan tam 6 ay sonra en büyük dileği gerçekleşti Dedemin, sevdiğim o adamla evlendim. Yukarıda bir yerlerden gülümseyerek bizi izlediğine inanıyorum)

2008………………………………………………………………………..