Pek çok insanın aksine sonbaharı severim ben…

Evet, doğa ilkbaharda yenilenir ama sonbaharda arınır bence.

İnsanlar yavaşça evlerine çekilirken; yazın hoyratça istilasının yorgunluğunu atmaya başlar üzerinden.

Sonbahar, bana ayrılık değil hep başlangıç ve kavuşma getirdiğinden belki de sevgim.

Bir sonbahar günü hayat karşıma çıkardı yol arkadaşımı, yüreğimi, Sevgili Beyimi…

Bir sonbahar günü aldım gün yüzlümü kucağıma…

Ve yine neredeyse 20 yıl önce bir sonbahar günü gazetede gördüm ilk defa yazımı…

Bekir ağabey, Pako’ya Mektuplar köşesinde yayınlamıştı yazımı ve adımı…

Nasıl mutlu olduğumu, kendimle gururlandığımı bugün bile çok net hatırlıyorum.

Teşekkür etmek ve hayranlık duyduğum yazıların sahibiyle tanışabilmek ümidiyle ziyaretine gitmiştim.

Kabul edeceğini sanmıyordum ama etmekle kalmayıp uzunca biz zaman ayırmıştı.

O zamanlar çok güzeldi Ankara…

Cinnah Caddesi’nin görkemli ağaçlarına bakan odasında yazılardan, kitaplardan, doğadan, sevgiden konuştuk.

Önceki yazılarıma baktı, daha çok yazmam için yüreklendirdi beni.

Yirmili yaşların başında, İletişim Fakültesi’nden yeni mezun olmuş, kendi çapında amatörce bir şeyler karalayan bir tıfıla ağabeylik yapan mütevaziliğini hiç unutmadım.

Dün gece telefonuma düşen “kayıp” haberi yıllar öncesine, o güne götürdü beni…

Bekir Ağabey’e söz verdiğim gibi yazamıyorum bu günlerde.

Sözde insanların acımasızlığı, vahşiliği, bencilliği, nefreti, sevgisizliği kalemime küstürdü sanki…

Çünkü ben güzel şeyler yazmayı seviyorum; neşeli, umut dolu kelimeleri seviyorum.

Oysa hep gri, kasvetli bir bulut var üzerimizde ne gidiyor ne de yağıp serinletiyor.

Doğaya, kadına, çocuğa, masumlara, birbirlerine, kendinden olmayan herkese yönelik her türlü şiddet sardı dört bir yanımızı.

Vicdan, hoşgörü, kahkaha, dostluk yitip gidiyor hayatımızdan.          

Sözümüzde, özümüzde hep öfke var, acı var, gözyaşı var…

O kadar kanıksadık ki, aramaktan vazgeçtik sanki iyiyi, güzeli…

Tıpkı şehirlerimizi esir alan betonlar gibi taşlaşmaya başladık…

Kitaptan, sanattan, ilimden, bilimden, doğadan, sohbetten uzak; hır hür, kavga kıyamet dolu bir sahneyi isyan ederek ama çaresizlikle izliyor kimimiz…

Kimimiz ise duyarsız, sadece kendinden ibaret sanıyor evreni…

Aylardır hayatlarımızı, ailemizi, dostlarımızı, sarılmalarımızı bizden çalan bir felaket bile ders vermeye yetmiyor insanoğluna.

Görmüyor, anlamıyor, duymuyor, hissetmiyor…

Yine de hala inanıyorum ben sonbahara…

Güçlü bir yağmurun temizleyeceğini umuyorum üzerimizdeki kiri, pası…

Ve bizler yine kelimeleri, doğayı, sevgiyi konuşacağız o gün…

Ya Bekir ağabey, giderken bile yüreklendirdin beni yazmaya…

Hala yazar değilim ama sana söz daha çok yazacağım…

Yolun açık olsun, sonbahar yağmurları eşlik etsin sana…