Sevgili Oğlum,
Çok değil, henüz iki aydır bizimle birliktesin…
Ama bu kadar kısa süre içerisinde bile babanla benim sahip olduğumuzu sandığımız “sözde otorite ve karizmanın” senin gibi 55 santimlik bir cüceyle boy ölçüşemeyeceğini ve kolaylıkla sarsılabileceğini göstermiş bulunuyorsun.
Örneğin anne ve baban eskiden anneannenin Antalya’daki, babaannenin Denizli’deki evlerine gidince büyük sevgi gösterileri ile karşılanırdı.
Lakin geçtiğimiz günlerde yaptığımız son iki seyahatte kapıyı açan muhterem validelerimiz kucağımızdan seni almak ve bizi elimizde valizlerle kapıda boynu bükük bırakmak suretiyle yaklaşan günlerin bugünlerimizi mumla aratacağını açıkça belli ettiler.
Aynı anneanne ve babaannen telefonla konuştukları yakınlarına da “torunum geldi” diyerek ve sanki sen tek başına otobüse binip gelmişsin gibi bizi hiç mevzu bahis dahi etmeyerek; “ne evlatlar gördüm aslında yoktular” psikolojisi içerisine düşmemize neden oldular.
Üstelik eş dost akraba tarafından gösterilen bu yoğun ilgi seni asla ve asla kesmemektedir küçük cücem.
Nitekim anne ve babanı 7 gün 24 saat çalışan benzin istasyonları gibi aralıksız bir mesai ile çevrende döndürebilme becerisini de o minik bedeninde itinayla barındırmaktasın.
Yer ve zaman gözetmeksizin, misafire yolculuğa ya da dışarıda olmaya aldırmaksızın annenin her iki memesinin de emrine amade olduğuna ve talep ettiğin anda açılması gerektiğine inanmaktasın.
Bu nedenle tüm sosyal ve kamusal alanlar senin için “memesel” alana dönmüş olup, sayende annenin memeleri de muhtelif kereler kamuoyunun dikkatine arz edilmiştir. Ve ben artık ailemizi “baba, oğul ve kutsal inek” olarak tanıtıyorum.
Ayrıca baban seni uyutmak için bestesi ve güftesi kendine ait olan ninniler vasıtasıyla “anan da bilsen nicedir, sakardır patavatsızdır ama ruhu incedir…” gibi sosyal içerikli mesajları annene ve ilgili tüm şahıslara iletiyor. Bizler söz konusu “sevecen” mesajlara zaman zaman gülmekte zaman zaman kızmakta iken, sen uyumamakta muntazaman direnmektesin.
Çeyiz niyetine alınmış ipek ve saten yatak takımlarımıza, yeni koltuklarımıza işediğini; hemen hemen bütün kıyafetlerimize kustuğunu söylememe gerek bile yok zaten. Çünkü onlar artık sıradan vaka olarak kabul ediliyor bizde.
Sayende her gecemiz de sesli ve kokulu geçiyor bebeğim. Zira sol tarafımızdaki yatağından yükselen sesler ve ardından odamıza yayılan koku; gök(t)gürültülü sağanak yağışlı romantik geceler yaşatıyor bize.
Hele biricik köpeğimiz, kara kızımız da yatağımızın sağ tarafındaki minderinden sana eşlik edince, “sağa döndüm kızımda gaz, sola döndüm oğlumda gaz, ortada kaldık az biraz” diyerek yorganın altında nefes almaya çalışıyoruz babanla.
Ama inan sana hiç kızmıyorum çünkü bu kadar kısa süre içerisinde anladım ki bu gaz hadisesi pek mühim bir konu ve uzmanı da çok fazla.
Senin en ufak mızıldanmanda çevremizdeki tüm ilgili ve bilgili muhteremler kaşlarını kaldırıp “hımmm gazı var sanırım” diye beyanatta bulunuyor. Ve ben de annen olarak sendeki zamlı, gamlı ve de bile namlı o doğalgazı çıkaramadığım için küçümseyen bakışlara maruz kalan beceriksiz bir kaz oluyorum. Bitirdiğim okullar ve aldığım diplomalar bile beni bu kazlık durumundan kurtarmak için az kalıyor.
Üstelik senin bez parana yetişemeyeceğime de kanaat getirmiş bulunuyorum. Ne zaman seni yıkayıp giydirsem, ya da bezini değiştirsem hemen akabinde altını kirletmeyi başarıyorsun ve ben bu sıralamayı bir türlü tersine çeviremiyorum.
Bu kadar laf kalabalığından sonra iki ayın özeti ne mi dersin oğlum?
Ben bu yazıyı yazarken sen yanımda yatıyorsun ve tam da şu anda bana gülümsüyorsun…
Hepsi laf-ı güzaf… Ömrüm feda varlığına da gülüşüne de…
Anne Kaz…