Birkaç yıl önceki tartışma geldi bugün aklıma.

Belki hatırlarsınız, milyonlarca yıl önce çarptıklarında Dünya’nın buzul çağına girmesine ve dinozorların neslinin tükenmesine sebep olan meteorlar yine canlanmış. Tekrar dünyaya çarpmaları halinde, bunun dünyanın sonu demek olduğunu söylüyor bilim adamları.

Doğrudur ya da yanlıştır bilemem, ama dünyanın öteki ucundakiler kıyameti koparıp, çeşitli senaryolar tartışadursun, ucu bize dokunana kadar hiçbirimizin ilgisini çekmeyen “küresel ısınma” gibi bu da bizim gündemimiz dışında.

Zira biz Türkler kendimize bir şey olmayacağına ilişkin derin sezgilere sahibiz, Allah vergisi mi desem ne desem, üstümüze toz kondurmayız.

Bilirsiniz bir tek Türk kadınları büyük bir rahatlıkla söyler eşe dosta, “benim kocam aldatmaz” diye…

Öyle eminiz kendimizden…

“Yok canım, ne meteoru… Bize meteor falan çarpmaz, hem çarpsa da bizim ev depreme bile dayanıklı, hiçbir şey olmaz maşallah” şeklindeki engin bilgimizle kahvede okey oynamaya devam ederiz.

Ya da kendimizce şahane tedbirler alırız. Gidip ekmek, makarna depolarız mesela.

Hangi köşe yazarı yazmıştı hatırlamıyorum ama beklenen İstanbul depremiyle ilgili bir yazı hazırlarken, gündelik işlerinde kendisine yardım eden hanıma sormuş, “sen deprem için bir önlem alıyor musun” diye. “Almam mı ablam, abdestsiz evden çıkmıyorum vallahi de billahi de” diye cevap vermiş kadın.

Ankara Belediyesi, susuzlukla baş etmek için halkı “yağmur duasına gidin” diye yönlendirdiyse zamanında, kim kızabilir bu teyzeye?

Haklıdır, en doğru yöntemdir…

İşte böyle yararlı çözümlerimiz vardır bizim, beklenen kötü durumlara ya da beklenmeyen doğal afetlere karşı…

Bu arada nesli tükenen dinozorlar arasında Türk var mıydı acaba bilmiyorum. Ama bildiğim odur ki varsa eğer o kesin hala bir yerlerde yaşıyor ve geri döneceği günün hayalini kuruyordur.

Çünkü bizim dinozorlar öyle kolay kolay ortadan yok olmaz…

En fazla kılık değiştirir, bir kuytuda gözlerini kısarak meteor yağmurunun geçmesini bekler…

Daha ziyade siyasetçi kılığında bekler köşesinde.

Siz “tamam, nesli tükendi, bitti artık” dersiniz ama o yılmaz, er ya da geç tekrar ortaya çıkar. “Çok ısrar ettiler, halkımı yarı yolda bırakmak bana yakışmaz diye düşündüm” der, gençlerin şaşkın bakışlarına karşılık…

Asansörlü koltuklarıyla kürsüye çıkıp; “Aziz ve Muhterem Türk Halkı, biz beraat ettik” diye nutuk bile çekerler 84 yaşında!

Söz açılmışken, artık vaktidir. Seçimlerden önce, Demirel’den de şapkasını alıp kürsüye çıkmasını bekliyorum ben binaenaleyh…

Ya da ne bileyim, büyük bir şirket sahibidir “artık dinleneceğim, işten elimi ayağımı çekiyorum” diye karar alır, ama her sabah takım elbisesini giyer, gider şirketindeki masasına oturur, ona buna karışır.

Unlarını sık sık elerler de, bir türlü içleri elvermez eleklerini asmaya…

Boyunlarında “elekleri”, sırtlarında her an çıkarılmaya hazır üç düğmesi iliklenmemiş emeklilik “yelekleri”, giderler gelirler…

İşin özü, dünya yıkılsa bizim “ Türk dinozorlara” kolay kolay bir şey olmaz, hepimiz biliriz…

Biliriz de ondan rahattır gönlümüz böyle…

18 Ekim 2010