Öyle bir duygu söyle ki, içinde hem iyilik hem de kötülük barındırsın deseniz hiç düşünmeden “güvenmek” cevabını verirdim…

Her zaman açık olan, birbirine güvenen ve güvenini belli eden bir ailede, dost çevresinde büyüdüğüm için bu konuda şanssız sayılırım aslında.

Şanssızım çünkü insanların gerçekten de iyi olabileceğine ve yansıttıkları yüzün samimi olabileceğine dair safça bir inancım var.

Ne yazık ki, yaşamak durumunda olduğum dünyada bu durum benim için bir nimet değil, dezavantaj oldu her zaman.

Örneğin iş hayatımda yanılıp yakılıp da birisi hakkında iyi bir şey söylemeyeyim, anında “aslında onun göründüğü gibi olmadığı, hatta gerçek bir sahtekar olduğu” hakkında bir sürü hikaye dinlemek zorunda kaldım.

Ya da dışarıdan şahane görünen bir sürü ilişkinin, dostluğun gerçekte her an kopabilecek bir pamuk ipliği üzerinde durduğunu gördüm.

Sağlam arkadaş bildiklerimin, dost dediklerimin ne kadar kolay beni yarıyolda bırakabileceğini defalarca tecrübe ettim.

Güvenip de sunduğum sevgime, inancıma “hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağı” cevabını aldım.

Yeri geldi gönül verdiğimin, uğruna hayatımı feda edebilirim diye düşündüğümün tokadını yedim.

Sonrasında içimden bir ses yankılandı her defasında: “Biraz büyü, ders çıkar ve akıllan artık, kimse göründüğü kadar iyi değildir…”

Ama elimde değil…

Her seferinde, yaşadığım kötü tecrübeleri unutuyor, geçmişi siliyor ve “hayır, bu farklı” diyorum.

Çünkü dedim ya şanssızım bu konuda.

Çünkü insanlara güvenmeyi, inanmayı seviyorum… Böyle büyüdüm… Her zaman da böyle gördüm…

Ve bu nedenle de içimde bir yerde başka bir ses de hep şöyle dedi, “insan” denen varlık gerçekte bir kömür parçası… İçini aydınlatan bir elmas da olabilir, gün gelip seni yakıp yıkacak bir ateş de…

Senin onu nasıl işlediğine bağlı, tamamen… Yüreğini nasıl verdiğine… Ve onun yüreğini nasıl kabul ettiğine…

Ve sırf bu nedenle, ne olursa olsun, ne kadar kazık yersem yiyeyim sevmek, inanmak, güvenmek yıldırmadı, yıldırmıyor beni.

Darbeler alsam da, yanlış anlaşılsam da, saf yerine konsam da, hatta kimi zaman boş güvenimden duyduğum üzüntümden kahrolsam da pişman olamıyorum bir türlü.

Vazgeçemiyorum bu enayi huyumdan…

Bıkmadan aynı hataları yapıyor, aynı şekilde sunuyorum sevgimi, yüreğimi, beynimi…

Akıllanamıyorum bu konuda…

Çünkü içeride bir yerde bir inanç daha taşıyorum ki, yazar benim için, benden daha güzel anlatmış:

“Ne farkeder görmesini bilmeyen için elmas da cam da; sana bakan kör ise, sakın kendi yüreğini camdan sanma…”

Bu nedenle tüm deneyimlerimden sonra hala aynı kuvvetle inanıyorum ve biliyorum, insanlara “güvenmek, inanmak” gönlümü ışıldatan bir elmas…

Ve onu işleyen de, gün ışığı olup aydınlatan da sadece “benim” aslında…