Sevgili Oğlum,

Sana son mektubumu yazdığımdan beri tam 2 ay geçmiş aradan, anlayacağın tembellik yapmışım, affet.

Ama bu esnada hastalıklar, senin okulun, iş güç derken zamanın nasıl geçtiğini fark edemedim.

Oysa ne çok anlatacak konu birikti.

Canım oğlum, bizim gündemimiz belki farklı ama ülkemizin birinci gündemi “seçim” bu günlerde.

Tüm şehirler, tüm gazeteler, tüm televizyon kanalları çarşaf çarşaf ilanlar, haberler, tartışmalar, köşe yazılarıyla dolu.

Ama sanma ki bütün bunlar demokratik, saygın ve saygılı bir çerçevede ilerliyor.

Sanki ilkokul sınıf başkanı seçeceğiz.

–       Beni seçerseniz, dersler azalıp, teneffüsler uzayacak;

–       Bütün sınıfa şeker dağıtacağım;

–       Seçilmezsem bir daha topumla oynayamazsınız;

–       Ahmet geçen gün Ayşe’nin saçını çekti, unutmayın;

–       Veli kopyacıdır öğretmenim;

–       Zeynep hırsızlık yapıyor, harçlığımızı çaldı;

–       Benim babam, onun babasını döver;

–       Ali hep küfürlü konuşuyor;

–       Hele başkan olayım, bana oy vermeyen herkesi müdüre şikayet edeceğim;

–       Sen kendine bak, anneme söylerim görürsün…

Cümleler böyle değil tabii; ama düzey inan bu seviyede.

İftiracı, vatan haini, pornocu, hırsız, katil, çaylak, terörist, alçak, rezil, şerefsiz, röntgenci, kumpasçı ve aklıma gelen gelmeyen bir sürü “iltifat”la demokratik mücadele sürüyor.

Aslına bakarsan sana siyaseten bir görüş belirtmekte zorlanıyorum, nitekim   “siyasetle” aramızda ten uyuşmazlığı var.

O nedenle sana mevcut durumu kendi ayküm düzeyinde anlatmaya çalışıyorum.

Bunca yıllık demokrasi tarihimizde okuduğum, izlediğim, anlamaya çalıştığım siyaset konusu özetle şu gün yüzlüm:

Topu elinde bulunduran “takım kaptanı” olur…

Sayıları yetmediği için “mecburen” takıma aldıkları “defans” oyuncusu dönem dönem, “o ne biçim oynamak öyle?” diye bağırır.

Kaptan çok sinirlenir ve “Sana ne oğlum? Top benim değil mi? İstediğim gibi oynarım. Daha da oynatmayacağım seni” diye söylenir.

O sırada maçı izleyen “millet” ya tezahürat yapar ya da pankart açar…

Kaptan dönüp bir de onlara kızar; gerekirse “hakem” maçı durdurur ve seyircileri “kibarca” dışarı çıkarır.

Bütün bunlarla uğraşırken dikkati dağılan takım kaptanının topu saha dışına kaçar…

Öbür mahalleden ABiler ellerinde bıçak, “keseyim mi ha, keseyim mi?” diye tehdit etmeye başlarlar…

Kaptan şaşkındır.

Top benim mi değil mi diye takımla ve seyirciyle kavga ederken nasıl olup da topu elinde tutamadığına aklı ermez bir türlü…

Bir nefes “Anam Babam Dermanım, yetişin, kurtarın topumu” diye koşar…

“Topu kurtarırız, ayrıca mahalleye demokrasi ve özgürlük de getiririz korkma, yeter ki bize güven” diyerek sahaya giriverirler…

Bir de bakarlar ki, saha dağılmış, top patlamış…

Takım kaptanı küskün, defans oyuncusu hem kızgın hem yorgundur amma ve lakin bıyık altından gülmeyi ihmal etmez.

Yine de kaptanla birlikte son bir ümit Mustafa Amcalarına koşarlar…

Hani onlara sahayı veren; hani “gitse de rahat rahat oynasak şurada” dedikleri…

Sokak sokak ararlar… Herkese sorarlar… Gelse de kurtulsak diyecekler, lakin birçoğu çıkaramaz kim olduğunu…

“Yahu nasıl hatırlamazsınız, hani Mustafa Amca vardı ya, Mustafa Kemal Amca” diye sızlanırlar…

Yalnız çok yaşlı olanlar “Doğru” derler, “bir zamanlar öyle biri vardı, ama çok oldu taşınalı… Epeydir de gören, duyan olmadı bizim buralarda”

Burnunu çekmeyi bırakıp, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar kaptan ve beraberinde defans oyuncusu ve tüm seyirciler.

Ta ki yeni bir maça değin…

Annen

2 Haziran 2011