Etiketler
Üzüldüm…
Kızdım…
Kırıldım…
Sadece bir kadın olarak değil, aynı zamanda bir anne olarak…
Gencecik bir kız, minicik bir bebeğin annesi ölmüş.
Netice bu.
Ama ardından yazılanlar, konuşulanlar utanç verici.
“Eve gittik, ikimizin de kafası iyiydi, aramızda duygusal yakınlaşma oldu”
“Evli ve çocuklu bir kadının bekar evinde ne işi var?” ve en fenası, en acımasızı “Su testisi su yolunda kırıldı!”
Ayıptır yahu…
Kadın ölmüş, kadın kendini savunamaz halde.
Sorarım size, hiç hayatınızda hata yapmadınız mı?
Utandığınız, üzüldüğünüz, pişman olduğunuz şeyler yaşayıp da zamanı geri döndürmek istemediniz mi?
Ve muhterem beyler, siz hiç doğum yaptınız mı?
Bir kadının yaşadığı doğum sonrası depresyonunu bilir misiniz?
Hele de sürekli göz önündeyseniz, sürekli ekranlardaysanız, içiniz kan ağlasa da maskenizi takıp “lay lay lom” yapmak zorundaysanız.
Öyle bir depresyon halidir ki, doktorlara sorun isterseniz, intihara ya da evladını öldürmeye kadar götürür insanı.
Doğrudur demiyorum ama hastalıktır ve pek çok kadın bunu yaşamaktadır.
Nereden biliyorsunuz normal ve sağlıklı bir ruh hali içinde olduğunu, öyle bir travma yaşamadığını, kapalı kapılar ardında neler olduğunu?
Üstelik de kendi tabirinizle “hiç tanımadığınız, yüzünü bile bilmediğiniz” bir kadın hakkında böylesine emin yazıyorsunuz.
Çocuğunu kocasını bırakıp da bir gecelik ilişkiler peşinde koşan bir kadın etiketi yapıştırmak nasıl da böyle kolay geliyor size?
Sağlıklı bir ruh halindeyse ve yine de çocuğunu, kocasını bırakıp eğlence peşinde koşan biriyse bile, size değerleme, sınıflandırma hakkı verir mi bu?
Ölümü hak etmiş mi demektir?
İnsanlar bilerek, isteyerek ya da bilinçsizce hatalar yapar Sayın Uluç; ya da size göre yanlış olan onun doğrusudur.
Ancak hesap vereceği Tanrı, kendisi ve belki de ailesidir yalnızca…
Sizin bakış açınızdan değerlendirsek, eğer ölen kadın “anne” olan bir fahişe olsaydı “suyolunda mı kırılmış” olacaktı? Ölümü de tecavüzü de hak etmiş mi olacaktı ahlaki değerlerinize göre?
Haberi alınca “dünyada yerinde olmayı istemeyeceğim bir tek kişi vardı, eşi”demişsiniz yazınızda.
Peki siz bu kelimeleri, yargıyı bir araya getirip yayınladıktan sonra okuyan ve “ruh halini” çok “önemsediğinizi” belirttiğiniz eşi yerinde olmak ister miydiniz Sayın Uluç?
Ya da ileride bunları okuyacak yaşa gelen çocuğunun?
“Defne senin eşin olsaydı, dikkat et, sadece “Olsaydı” diyorum… O “Mesela”yı okurken bile ne hale geldiğini tahmin ettiğim için… “Defne senin karın olsaydı, gene bu yazıyı yazar mıydın?” diye sormuşsunuz Yüksel Aytuğ’a ya hani.
İşte ben de size sormak istiyorum, ya sizin karınız, kızınız, kardeşiniz olsaydı?
Yine de böylesine acımasız, peşin hükümlü bir yazı yazar mıydınız?
Yoksa içiniz kan ağlasa da susar mıydınız?
4 Şubat 2011