Sevgili Oğlum,

Sen dünyadaki en şansız erkeklerden birisin, tabii babandan sonra.

Şansızsın, çünkü dünya üzerindeki en berbat ev kadınını seçtin anne diye.

Hiç abartı yok bu söylemimde.

Zencefilin, kazık kadar sert bir çubuk değil de, toz halinde bir baharat olduğunu, babana pişirdiğim zencefilli tavuk bir dişine mal olunca öğrendim ben. (üstüme gelmeyin, 10 yıl önce herkeste internet yoktu ve yemek kitapları pahalıydı)

Romantizmi, hazırladığım mum ışığındaki nefis yemek (tabii ki yemeği dışarıdan almıştım) esnasında mumun devrilmesi sonucu atlattığımız yangın tehlikesinin ardından bıraktım.

Bugün Fenerbahçe’nin çubuklu forma geleneğini devam ettiren tek kişi, benim ütülediğim gömlekleri giyen babandır.

“Çamurlu ayaklarınızla salonda ne işiniz var” dendiğinde, senden önce ben eğerim başımı önüme.

Zira temizlik desen, bırak imandan gelmeyi, Fizan kadar uzaktır bana, serde bunca muzırlık varken.

Sırf sağlıklı, vitaminli diye kokusuna bile tahammül edemediğimiz sebze bulamaçları yerine bebekliğinden beri biz ne yediysek onu verdim sana.

Geçen gün dikmeye çalıştığım gömlek düğmesini, parmağım da içeride kaldığı için, sökmek için harcadığım süre dikmek için harcadığımdan fazlaydı.

Yani hasbelkader bir gün ünlü olup da gazetelere demeç verirsen, “olduğum yeri anneme borçluyum, bana hayatla mücadele etmeyi öğretti zira” desen yeridir.

Ama diğer yandan da şanslısın gün yüzlüm.

Çünkü çevrende bunca aç varken, önündeki lapanın, yanmış yemeğin dahi kıymetini bilmen gerektiğini öğretebilirim sana.

Birkaç mum kazasıyla yanan romantizmin, tek bir sözle kor ateşlere atılan kalplerden daha az zararlı olduğunu anlatırım.

İnsanın peynir ekmekle de karın doyurabileceğini, ama ruhların her daim zengin bir ziyafete ihtiyaç duyduğunu öğretmeye çalışırım.

Evleri pırıl pırıl olanların, dışarıdaki pisliklere karşı kayıtsızlığına “isyan et” derim.

Sadece camlar silindiğinde parlamaz vicdanlar diye öğütlerim.

Kendi söküğünü dikemeyenlerin başkalarına yama olmaya çalışmasının komikliğine güleriz birlikte.

Bir kadının, sadece ev kadını değil, daha da önemlisi bir hayat arkadaşı, bir dost, hissedecek bir yürek, ağlayacak bir omuz olduğunu anlatırım dilim döndüğünce.

Ve bir erkeğin, sadece dışarıda avlanıp da eve yemek getiren biri değil, ailesinin elini her daim tutan deli kanlı, adam gibi adam olduğunu söylerim sana.

Ve korkman gerektiğini öğretirim, dilinde, sözünde, gözünde perde olan adamlardan, en çok da öyle olan kadınlardan…

Ama dur, şimdi emin olamadım doğrusu…

Hangisi şanssızlığındı senin?

Bir kadın olarak beceriksizliklerim mi yoksa bir anne olarak hayallerim mi?

Annen

Not: Bunu okuyan baban dedi ki “insan şansını biraz da kendi yaratır, benim için artık çok geç, sen kaç kendini kurtar oğlum”

Türkan Şanverdi Avcı

22 Ocak 2012