Etiketler

Bugün bir dostum, “facebook’ta o kadar çok özlü söz okudum ki, kızım “üşüdüm” dese, kalın giyin demem, “üşümek güzeldir eğer seni ısıtacak biri varsa derim” diye yazmış; duygularıma tercüman olurcasına.

Daha önce de yazmıştım, bana göre modern zamanların kıraathanesidir facebook ve twitter.

Salonlarımızda duvarlara bakarak, başka kimliklere büründüğümüz, güldüğümüz, ağladığımız, kızdığımız, isyan ettiğimiz kıraathanelerimiz.

Balkona asılan bayraklar yerine hepimizin elinin altında birer Türk bayrağı resmi var örneğin, hemencecik yükleyiveriyoruz profilimize…

Kızmak mı gerek, siyah kurdeleler hazır…

Kansere dikkat çekmek için ise pembeleri…

İki üç günde bir güncel konular, siyaset, adalet(sizlik), kan bağışı, organ nakli, ev arayan hayvan haberi de yaptık mı tamamdır…

Hele arada birkaç Can Yücel, Can Dündar, Müjdat Gezen patlattık mı değmeyin keyfimize ve vatandaşlık görevimize…

Doğumlarımız, ölümlerimiz, yediklerimiz, içtiklerimiz, kızdıklarımız, güldüklerimiz, kocaman yalnızlığımız, muhteşem hayatlarımız; hepsi orada.

Ama ben de arkadaşım gibi bu özlü sözler kısmına feci takmış durumdayım açıkçası.

Hani sanki bir filozof edasıyla, sosyal içerikli ve mesaj kaygılı bir şey paylaşmazsak, sefil hissedeceğiz kendimizi…

“Ne haber birader?” diyene “gün değildir kendini işe yaramaz hissettiren, öyle olanların sana tuttuğu aynadır belki mutsuzluğunun kaynağı” cevabını veriyoruz.

“Kadın/Adam beni terk etti mi” mi demek istiyorsun? “Ne fark eder görmesini bilmeyen için elmas da cam da, sana bakan körse sakın kendini camdan sanma” cümlesi hazır her daim.

“Afedersiniz, midemi bozmuşum, alttan üstten gidiyorum”un facebook’ta karşılığı “hayat, sen bana ne verdin ki daha iyisini bekliyorsun?”

“Ulan, çok yalnızım, niye kimse yok hayatımda” demez, “insanları tanıdıkça, köpeğimi daha çok sevdim” diye yazarız.

“Herkes kendi işini görse, toplumun bütün işleri düzgün gider” diye ayar veririz, bizim dışımızdaki sorumlu herkese…

“İnsanlar layık oldukları şekilde yönetilirler” diye yazdın mı, sanki bir tek biz hak etmiyormuşuz mevcut düzeni gibi, tatmin olursuz.

“Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır” yazarak, hakkımızı aramış olur, bir güzel yaslarız gerimizi oturduğumuz koltuğa.

“Kimseye güvenme” demek son derece banal, onun yerine “Unutma ki, ağzında bal olan arının, kuyruğunda da iğnesi vardır” demek daha entelektüel ve seviyeli gösterir bizi, hani zayıf gösteren boy aynaları gibi.

Hiç kimseye de kızmayız bu arada, ne de olsa profil profile bakıyoruz.

Gerekirse “ben hiçbir dostumu satmadım, çünkü ya paha biçilemezlerdi, ya da beş para etmezlerdi” diye ortaya karışık atarız, anlayan anlar artık.

Yani içinde bulunduğumuz dönemde, facebook ve twitter profilimiz kadardır itibarımız, pardon takipçimiz.

Ondandır belki herkesin en havalı, en derinlikli sözleri bulmaya çalışması…

Ve ondandır belki, “anne bilgisayar başından ne yapıyorsun” diyen oğluma “ülkeyi, geleceğini, evliliğimi, dostluklarımı, işimi, sağlığımı yani aklına ne gelirse onu yüceltmek ve kurtarmak için çalışıyorum evladım” cevabını vermem…

En içten “like, retweet, share”lerimle…

Türkan Şanverdi Avcı

20 Ocak 2012