Sevgili Oğlum,
Senin her şeyi büyük bir şaşkınlıkla karşılamana bayılıyorum.
Gök gürültüsünü; güneşi; tavaya kırdığımız yumurtanın pişmesini; sakızdan balon, oyun hamurundan çiçek yapmayı…
Bizim sıradan gördüğümüz her şey, senin için yepyeni, sıra dışı.
Ama büyüdükçe “sıra dışı” şeyleri bile öylesine kanıksıyor ki insan…
Kötülükle iyilik, vicdanla bencillik öyle iç içe geçiyor ki, ayıramıyoruz.
Ne, canlar giderken yurdum yöneticilerinin hala birbirleriyle kavga etmesine şaşırıyoruz; ne de her gün yeni bir masumun ölüm haberini almaya…
Sokak ortasında öldürülen kadınlar da bizim için sıradan haberler; dövülüp tecavüz edilenler, para için namus için kan için satılan çocuklar da…
Namus yatakta, inanç lafta kalıyor; ses etmiyoruz.
Aile öneminden, ahlaktan bahseden bir toplumun, her türlü ahlaksızlığı ağzı açık, hatta hayranlıkla izlemesini dahi yadırgamıyoruz hiç.
Düşünenlerin, düşündüğünü söyleyenlerin hapis yatmasına da alıştık; düşünmeden adam öldüren katillerin ortalıkta dolaşmasına da.
Dost bildiğimizin sırtımızı hançerlemesi de; düşman dediğimize sırtımızı dayamak da normal geliyor bize.
Senin her şeye şaşırdığın bu dünyada, biz yetişkinler her şeye alıştık gün yüzlüm…
Sahtekarlıklar olağan, namussuzluklar yavan oldu…
Acılar artık sıradan; pisi pisine ölenlere bile cevabımız “öyle uygun görmüş Yaradan”
Bak ne diyor şair?
Yaşananlar zamana karışır,
Ve insan yeni acılar için
Geçmiş acılara alışır…
Ah oğlum…
Keşke tekrar çocuk olsam, keşke her şeye yine şaşkınlıkla baksam gibi beyhude bir dileğim yok.
Ama inan, alışmak yaşlanmaktan daha zor geliyor.
Ne çok isterdim kanıksadığım bu dünyaya, bir an için de olsa, senin masum gözlerinle tanık olmayı…
O çocuk gözleriyle umudu, ışığı, doğruyu aramayı…
Bulamayacak olsam dahi…
Annen
Türkan Şanverdi Avcı
5 Eylül 2012