Etiketler

Sadece 4 gün uzaklaştım ülke gündeminden.

Ne gazete okudum, ne televizyon izledim.

Görevim nedeniyle bir Prens ve Prensesin başrolde olduğu masal alemine geçtim. Zarafet, sempati, hoşgörü, mütevazilik ama buna karşılık büyük bir şaşa ve protokol.

Ne yalan söyleyeyim, çok iyi geldi ruhuma bu hayal dünyası.

Geri döndüm, tam da bıraktığım yere.

Şehitler, zamlar, protestolar, cinayetler, kavga kıyamet… Bir şey kaçırmamışım yani, lakin kaçırmadığıma üzüldüm.

Ne çok isterdim, masallardaki gibi bir sihirli değneğin ülkemize dokunmasını, iyiliğin güzelliğin kazanmasını ve çocuğuma ilerde “sonsuza kadar mutlu yaşadık” demeyi.

Ama ne mümkün?

Kin ve nefret tohumları ekilmiş bir kere, her rüzgarda savruluyor dört bir yanımıza.

Bize kalan sadece “Haset” zamanı…

Üstelik sadece bugünün “haset”i değil geçmişi de kaplıyor yıllarca nadasa bırakılmış öfke…

Darwin, maymunlara fıstık atan çirkin bir Yahudiydi.

Einstein, iletişim özürlü, pis ve pasaklı bir adamdı.

Şarlo, bir çulsuzun oğluydu, kadınlarla düşüp kalkardı.

Edison, ki “ampülün” mucidi, kıskanç bir kaşifti.

Noel Baba, yüzsüz, kapıdan kovsan bacadan girer, haneye tecavüzden yargılanmalı.

Atatürk deseniz zaten içkiden, sigaradan başını alıp da nasıl bağımsız bir millet kurmuş, “şüpheli”

Ve bir ustayı, büyük bir aktörü, Erol Günaydın’ı uğurladığımız günlerde; diyorlar ki “Afife Jale, sahneye çıktığı için, mahalleli aşüfte gözüyle bakardı”

Fena halde “haset” zamanındayız, ektiğimiz kötülük tohumları çoktan büyüdü ve dört bir yanımızı sardı.

Çünkü güzel insanlar bir bir göçüp gidiyor, yıldızlar kayıp gidiyor ellerimizden.

Usta oyuncular sahneden çekiliyor, bizi bırakıyor, amatörler sahne alıyor artık.

Gerçekten sıkıldım ben sahnedeki bu oyundan, terk edip çıkmak istiyorum salonu, perde kapanmadan…

Ve bir sihirli değnek arıyorum, sonu güzel masalları çocuğuma tekrar yaşatacak.

20 Ekim 2012