Bakıyorum da milletimin vekilleri yine soy ağacı meselesine takmış kafayı.
Kendi ırkının üstünlüğü ispat çabasındalar harıl harıl.
“Bu vatanın asıl sahipleri biziz, hayır biziz siz sonradan geldiniz, biz üstünüz siz değil” lafları havada uçuşuyor.
Ben de saf bir ırk değilim.
Anne tarafımdan Manavgatlı Yörük ve Arnavut göçmeni, baba tarafımdan Denizli, Antalya’da doğmuş büyümüş ama son 18 yılını Ankara’da ve yurtdışında geçirmiş bir “göçebeyim” aslında.
Yani kulakları dik, safkan bir cins değilim.
Bu da beni rahatsız etmek bir yana, zenginleştiriyor.
Tepem attığında diklenen bir Arnavut Horozu oluyorum, Yörükler gibi göçebe hayatı ve sadeliği seviyorum, has Angaralı olmasam da onların birbirine bağlılığından güç alıyorum, farklı milletlerden besleniyorum.
Çünkü bana göre asıl mesele, nereden geldiğin değil nereye gittiğin.
Ve karşındakinin de nereden geldiğine değil, nasıl bir insan olduğuna bakman.
Doğduğumuz toprakları da, ırkımızı da hatta çoğu zaman inancımızı da biz seçmiyoruz.
Ama bu hayattaki duruşumuzun, varlığımızın bir katkısı ya da zararı olmasının, yani kişiliğimizin tercihini biz yapıyoruz.
Irkınızı, soyunuzu sopunuzu övün elbette ama bir dönün bakın kardeşim, nereye gidiyorsunuz ve bizi nereye sürüklüyorsunuz?
Yolunuz barış mı, huzur mu yoksa tek derdiniz kendi menfaatiniz mi?
Kalpleri kırıp döktükten sonra ırkınız üstün olsa ne yazar?
Hem bu toprakların gerçek sahipleri kimler biliyor musunuz?
Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Ermenisiyle bir millet olma mücadelesi vermiş olanlar.
Bağımsızlığı için canlarıyla, kanlarıyla savaşmış olanlar.
Hala bu ülke için alın teri dökenler, üretenler.
“Neyi arıyorsan sen O’sundur” der Mevlana, “zulmü arıyorsan zalim, aşkı arıyorsan aşık”
Nereden geldiğinizi bırakın da “neyi arıyorsunuz?” önce onu söyleyin bize.
Ya da bırakın binlerce yıldır olduğu gibi huzur içinde yaşayalım bu topraklarda.
Gölge etmeyin yeter…