Bu sabah bambaşka bir şey yazmaya başlamıştım.

Ölüm yıldönümlerinde Barış Manço’yu, Abdi İpekçi’yi yazıyordum.

Ve ikisiyle bağdaştırdığım bir konuyla dalga geçiyordum, ayağında “ampul” olan promosyon ayı oyuncaklarla.

Tam yazarken haberi gördüm.

Başkent’te patlayan bir canlı bomba, ölenler ve yaralananlar…

Yine siren sesleri, çığlıklar yankılandı sokaklarımızda.

Korktum, ölesiye korktum…

İngiltere Elçiliği’nin okulunda öğrenci olan oğlum, güvenlik nedeniyle normal çıkış saatinden 1,5 saat fazla bekledi okulunda.

Ne gidebildim, ne alabildim…

O güvendeydi, ama ben değildim…

Yerimde duramadım.

Bin türlü endişe ve soru vardı aklımda o anda.

Ya bir şey olursa, ya koruyamazsam onu, yanında olamazsam?

Ve onu okuldan alırken aynı korkuyu bütün anne babalarda, öğretmenlerde, güvenlik görevlilerinde gördüm.

Zira korku, tıpkı gözyaşı gibi gizlenemez bir duygu.

İliklerine işliyor insanın, kış ayazı gibi.

Dahası bugün belki aynı saatlerde patlamanın olduğu yerde olacaktım, oğlumun vize başvurusunu posta ile göndermeye karar vermeseydim, son anda.

Yani oğlum ya da ben hedef olabilirdik.

İnsanlığın nefretinin, hesaplaşmasının, menfaatlerinin karşısında zerre kadar değeri olmayan kurbanlardan biri olabilirdik.

Peki olmamamız, tesadüfen kurtulmamız bir şeyi değiştiriyor mu?

Bizi şanslı mı kılıyor?

Ya da kurbanları şansız?

Kurtulan, bu esarete mahkum olmuş bizler miyiz yoksa onlar mı?

Nasıl bir öfke, vicdansızlık bürümüş insanlığın gözünü?

İçim acıyor…

Keyfim yok…

Mutsuzum…

Hep korkuyordum, hep endişeliydim ama bugün çok fazla içime işledi bu soğuk his.

Ve belki de bu sefer her zamankinden daha ağır geldi bana bu vicdansızlık.

Ölmek değil korkum, önüne geçemediğimiz bu ateş, kin, adaletsizlik…

Hiç günahı olmayanların ödemesi, bütün bedeli…

Öyle bir karanlıktayız ki, değil geleceği bugünü dahi göremiyoruz.

Hiçbir yerde güvende hissetmiyoruz.

Hiç kimseye güvenemiyoruz, kendimiz dahil.

Mutsuz, karanlık benliklerimizde yaşam mücadelesi veriyoruz.

Öyle meşgul, öyle yorgunuz ve öyle korkuyoruz ki, bizi bu mücadeleye sürükleyenlerden hesap soracak halimiz dahi yok.

Kendi yalnızlığımızda boğuluyoruz, yitip giden insanlığı arıyoruz bombalara karışmış renksiz gözyaşlarımızla…

Çünkü ayazda kaldı ruhlarımız, ayazda kaldı insanlık…

Ve hepimiz donuyoruz o ayazda…

İliklerimize kadar üşüyor, ısınamıyoruz bir türlü…