Hepimiz sanki dünyaya kazık çaktık sanıyoruz.

Hırsımız, kavgamız, aşkımız, nefretimizle daha da sağlam tutunmaya çalışıyoruz her geçen güne ve yaşama.

Oysa çaresi yok, günü gelince hepimiz bedenimize ve bu dünyaya veda ediyoruz.

Ruhumuz nereye gider, buradan çok daha mı güzel bir yerlerdedir bilemem.

Öyle olsa gerek ki, Yaradan önce güzel insanları çağırıyor yanına.

Belki de gerçek Cehennem bu dünyadır.

Ve bizler bütün günahlarımızı burada ödüyoruzdur.

Aksi olsa, bunca kötülük çevremizi sarıp sarmalamışken; neden üretenler, sevenler, yaşama sihirli değnekleriyle dokunanlar en önden gitsin?

Evet, öyle olmalı…

Ondan “durdurun dünyayı, ilk durakta inecek var” diyen güzel yürekler bir bir bizi bırakıp çekip gidiyor olmalı.

Ondan, “ruh bedenden çıktığı an” boş ve kaskatı bir çuvala dönüşüyor olmalıyız.

O ruh ki, beslemeyi unuttuğumuz…

Para da, güç de, iktidar da, mevki de olsa ne yazar?

“Sendeki beden neye yarar, ben içinde olmadıktan sonra” diyen ve her ölümde bunu yüzümüze çarpan, sonra tekrar bir kenara koyduğumuz temel taşımız.

Biz yolcuların, Hancısı; ilk ve de tek durağımız…

Dönüp dolaşıp da sonunda sığınacağımız…

Ben, bedeninden bağımsız özgür ruhların dolaştığı mekanın çok daha mutlu olduğunu düşünüyorum…

Ki Yaradan o yüzden kötüleri en sona koyuyor; çağırmıyor bir türlü yanına…

“Bitirsinler bütün hesaplarını, kavgalarını öyle gelsinler yanıma” diyor sanki…

Ve üzülmüyorum ölümlere eskisi kadar, korkmuyorum da…

Çünkü biliyorum ki, onlar kapatmışlar hesaplarını…

Asıl biz borçlular düşünelim, ne yapacağımızı…

Güle güle Tuncel Usta…

Ve dilerim ki sonsuz bir “perde açılsın” Senin için artık gökyüzünde…