Biz çocukken, tek (ya da az) kanallı günlerdi…
Hepimiz aynı şeyleri izler, aynı şeylere gülerdik.
Örneğin, Adile Teyzemiz ekrana çıkıp “Hadi bakalım kuzucuklarım, doğruuuu uykuya” desin diye beklerdik.
Barış ağabey, “Ispanak yiyin, dişlerinizi fırçalayın, ön koltuğa oturmayın, süt için” gibi öğütler verirdi bize hep.
Her pazar “Ne olur, kutumu açın” diyenleri izlerdik.
Evet de demez, hayır da demez; yanılıp da birini söylersek Mehter marşıyla gelip İzmir marşıyla giderdik.
Bizimkilerin Cemil’i camda beklerdi “Seviiiiiiim koş” diye bağırmak için.
Yasaklara, Reklamlara güler, Olacak O Kadar derdik.
Yalan Rüzgarı’ndaki entrikalara inanamazdık.
Şimdi bakıyorum da, meğer hepsi bugünlerin habercisiymiş.
“Internet yasak, hadi bakalım uykuya” deniyor.
Kutulardan kaç dolar çıkacak diye bekliyoruz.
“3 çocuk yapın ama hamileyken sokağa çıkmayın, sezaryenden uzak durun, içki içmeyin, çocuklarınızı sokağa salmayın, kızlı erkekli durmayın” şeklinde “öğütler” veriliyor hepimize.
Yasakları geçiştiriyorlar, abartmayın “Olacak O Kadar canım” diye; ama diğer yandan Reklamları gözümüze sokuyorlar.
“Yetmez ama evet” diyerek Mehter marşıyla coşanlar, İzmir marşları doladı dillerine.
Hepimiz siyasetle yatıyor, siyasetle kalkıyoruz. Her gün bir olay, her gün bir haberle uyanıyoruz yeni güne.
Pencereden sokağı izleyen Cemil gibi bekliyoruz, “Seviiiiim koş bak ne oldu?” diye paylaşmak için gündemi.
Bugün yayınlansa, yüzüne bakmayacağız Yalan Rüzgarı’nın, zira entrikanın, yalanın alası yaşanıyor gözlerimizin önünde.
Peki ne oluyor gerçekte?
Yani nereye gidiyoruz?
Bunca olay, konuşma, paylaşım, tartışma, kavga, gürültünün arkasında neler dönüyor?
Bizler camda bekleşip izlerken, kuliste hangi senaryolar tartışılıyor?
Arkası Yarın’ında ne var ülkemin?
İşte o, çok meraklandırıyor beni, çok kaygılandırıyor.
Ve düşünüyorum…
Çok “kanallı” bu ortamda, nasıl “tek ve bütün” olacağız yine biz?