“Türkiye demokratikleşiyor” dediler.
“Bağırsaklarımızdan temizleniyoruz” diye alkış tuttular; ya da “pişmiş aşa, soğan doğramayız” diyerek sustular.
Yıllardır insanlar hapiste; kimi hastalandı, kimi öldü, kimi intihar etti.
Deliller sahte diye bağırdılar ve ispatladılar, yine de bir şey değişmedi.
Kaçma tehlikesi var diye profesörleri, generalleri, milletvekillerini, üniversite öğrencilerini yıllardır bırakmadılar. Çünkü onlar, terör örgütü mensupları, dolandırıcılar, hırsızlar, katiller, çocuk tacizcileri kadar “güvenilir” değildi.
Peki, ne oldu?
Şimdi bir bir salıyorlar.
Evladını kaybetmiş, acısını dahi ailesiyle yaşayamamış, kendi kendine duvarlarla konuşmaya başlamış, hasta ve yorgun düşmüşken Profesör Fatih Hilmioğlu’nu da bıraktılar işte.
Hep düşünüyorum.
Belki gönlü, kafası babasında olmasa o çocuk kaza yapmayacaktı.
Takdir-i İlahi elbette, belki yine de yapacaktı ama en azından babasıyla helalleşecek birkaç dakikası olacaktı.
Belki ana babası, ailesi birbirlerinde teselli bulmaya çalışacaktı.
Anacığı, babasına sarılıp da gözyaşı dökecekti.
Aynı anda hem evladına, hem hayat arkadaşına hasret kalmayacaktı ve hastalanmayacaktı.
Babası sessiz gözyaşlarını içine gömecek, ama dimdik duracaktı.
Zor günlerinde sevdiklerinin yanında olamamanın üzüntüsü, ağırlığı eklenmeyecekti yaralı ruhuna.
Peki, ne diyecekler bu adama?
Pardon mu?
Pardon ya, hayatının 5 yılını çaldık.
Pardon ya, onurunu zedeledik.
Pardon ya, oğlunun kaybını yaşamayı bile çok gördük sana.
Pardon ya, kendin de karın da üzüntüden hasta oldunuz.
Pardon ya, üstelik hasta halinle seni doktor doktor gezdirdik, ne ailene inandık ne verilen tıbbi raporlara. (ki biz raporların önemini biliriz aslında, bu millet bilmese de neresine koyacağını)
Pardon ya, hukukçuları falan da dinlemedik.
Pardon ya, hepsi paralel evrendeydi, biz safmışız meğer.
Türkiye bağırsaklarını temizliyor öyle mi?
Kendi çıkarları için hayatları, insanları harcayanlar ve bunun doğruluğuna inananlar bu kadar çokken biz bağırsak ne, bağırmasak ne?