Sayın Başbakan,
Bir anne olarak doğrudan size yazdığım ikinci mektup bu.
Aslında suya yazılmış satırlar, çünkü biliyorum ki size ulaşmıyor hiçbirisi.
Olsun yazmaktan, anlatmaktan vazgeçmeyeceğim. Kendimden önce evladıma borcumdur çünkü anlatmak.
Sayın Başbakan,
Bu ülkede dün 14 yaşında bir çocuk öldü, 15 yaşına uyuyarak ve sadece 16 kilo olarak girmiş bir çocuk…
Ağzınızdan tek kelime çıkmadı hala…
Dünden beri hepimiz ağlıyoruz kim olduğunu geçen yaza dek bilmediğimiz, aslında hala da tanımadığımız o çocuk için.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü dünyanın her yerinde “çocuk” ölünce “insan” ağlar!
Kim olduğu, ne olduğu değildir önemli olan, “çocuk”tur sadece.
Sizin çocuğunuz olmasına gerek yoktur, “çocuk”tur.
Düşmanınızın çocuğu dahi olsa, “çocuk”tur.
Ve aslında biz dünden beri doğru dürüst ağlayamıyoruz bile…
Şaşkınız çünkü darmadağınız…
Paralel halk olduk hepimiz, acıda bile kesişemez haldeyiz.
Ben bir vatandaşım ama öncesinde bir anneyim.
Utanç duyuyorum bir çocuğun ölümünün ardından konuştuğumuz şeylerden…
“Neden sokaktaymış” diyorlar, “asıl sizin yüzünüzden” öldü diyorlar.
Ekmek almaya gittiğini savunmak da, velev ki protesto için sokağa çıktı öldürülmesi mi gerekiyor diye anlatmaya çalışmak da ağır geliyor ruhlarımıza.
Kaybın acısını yaşamak yerine, sağduyunun kaybını görmek kahrediyor bizi.
Çünkü hepimizi birbirimiz için “öteki” yaptınız…
Marjinal, çapulcu, ayyaş, sapık, anarşist, komünist, terörist, alevi, zerdüşt, ateist ve aklıma gelmeyen daha birçok sıfatı kullandınız…
Bir tek “insan” demediniz…
Sizi eleştiren, size oy vermeyen herkesi itelediniz.
Duymak yerine yasakladınız…
Dinlemek yerine bağırdınız…
Anlamak yerine kızdınız…
Birleştirmek yerine hepimizi bin bir tarafa dağıttınız…
Millet olmaktan çıktık, ne acıda ne de sevinçte birleşemeyen bir kalabalık haline geldik sonunda.
Ya da belki de hiç olmadığımız kadar “birleştik”!
Sayın Başbakan,
Bu ülkede dün 14 yaşında bir çocuk öldü, 15 yaşına uyuyarak ve sadece 16 kilo olarak girmiş bir çocuk…
Ağzınızdan tek kelime çıkmadı hala…
Ve ağlıyoruz hepimiz…
Neden biliyor musunuz?
Çünkü dünyanın her yerinde “çocuk” ölünce “insan” ağlar!
O kabineden biri de çıkıp “Nekrofili” ile suçladı bizi Türkan Hanım, düşünebiliyor musunuz; Berkin’in ölümüne üzülenleri “Ölüye karşı cinsel istek duymak” suçlamasıyla karşı karşıya bıraktı. Burada söz biter fikrimce.
Şu ana kadar sadece telefonda küfrettiler millete ama görüyorum ki meydanlarda da etmelerine az kaldı Çağrı Bey. Takılmayacağız, kalitemizi düşürmeyeceğiz ama çok daha fazla kenetlenip güçleneceğiz. Başka çıkış yolumuz yok çünkü… Sevgi ve saygılarımla…
Türkan Hanim,bazi satirlarinizi izninizle paylasmak istiyorum.Ayrica tüm can kayiplarini kendi menfaatleri dogrultusunda kullanarak,egolarini rahatlatmak isteyen,yüregi pas tutmus tüm ruhlara Allahtan rahmet diliyorum.:(
Sevgili Meral Hanım, biliyorsunuz ki satırlarımı paylaşmak için de eleştirmek için de izne ihtiyacınız yok 🙂
Yüreği pas tutmuş olanlara ne anlatabiliriz ki? Acı acıyla yarıştırılabilir mi? Dün 15 yaşındaki evladımızı uğurlarken olduğu gibi, bugün 22 yaşındakini evladımızı da 30 yaşındakini de uğurlarken yüreğimiz parçalanmaz mı? İnsan olan bu çocuklara üzülmez mi?
Cehalet çok kötü bir şey ama vicdansız bir cehalet gerçekten çok ama çok tehlikeli… Allah hepimizi korusun bu ateşten… Sevgi ve saygılarımla
Türkan Hanim,bu cehaletten ve vicdansizliktan da öte bir sey…Insanlar hissetmeyi unutmus…Acinin; sadece kendilerine isabet ettiginde can yakacagi gibi bir illet hasil olmus mevcudiyetlerinde.Ne deseniz kär etmiyor.
Firtina gecer,bu dalgalar elbet durulur…
Gemisini kurtaran simdilik kendisini kaptan ilan eder.Simdilik…
Aslimizi unuttuk,kendimizi unuttuk.
Yanildikca yandik,
yandikca donduk…
Katilastik…
Diyecegim o ki;
Kapildik bir alamete,
yürüyoruz kiyamete…
Evet,Allah hepimizi korusun.
Sevgilerle…
Ah Meral Hanım, ne denir ki söylediklerinize? Ben yine de aydınlığa çıkacağımıza inanıyorum, pes etmeyeceğiz… Kendimiz için, çocuklarımız için, ülkemiz için mücadele etmeye mecburuz… Sevgiler…