Her gün neredeyse her saat şehit haberi alıyoruz.

İsimlerini geçtim, sayılarını bile doğru dürüst hatırlamıyoruz artık.

Oysa her biri, evlat, baba, eş, kardeş, dayı, amca…

Ne hayatlarını biliyoruz, ne de hayallerini…

Geceleri kimleri düşünüyorlar mesela, neler sızlatıyor burunlarını?

Kimler bekliyor yollarını dört gözle?

Terhis olunca ilk yapmak istedikleri şey ne?

Neyi yemeyi, içmeyi özlediler?

En son ne zaman konuştular aileleriyle, sevdikleriyle?

Söyleyemedikleri neler kaldı?

Dönünce açılmayı hayal ettiği bir sevdiği mi vardı?

Doğmasını sabırsızlıkla beklediği ya da büyümesini anca fotoğraflarından gördüğü bir evladı?

Yaşlı anacağında, hasta babacığında mıydı aklı?

Ne paylaşıyorlar silah arkadaşlarıyla, kader ortaklarıyla?

Hayallerini mi, kaygılarını mı, futbol mu, müzik mi?

Neler yaşamıştı bu hayatta?

Ne zorluklar görmüş, ne mutluluklar tatmıştı?

Gözlerini yummadan önce son sözleri ne olmuştu?

Hiç birini bilmiyoruz çünkü hiç birini tanımıyoruz.

Ama bildiğim bir şey var ki bir insan, bir evlat kolay yetişmiyor.

Gazetede, haberlerde vesikalık fotoğraflarını gördüğümüz o pırıl pırıl yüzlerin her birisinde bin bir emek, bin bir yaşanmışlık, bin bir yarım kalmışlık var.

Bir tanesi bile yalnızca isim, yalnızca sayı olmamalı bizler için.

Yerin dibine girmemiz lazım, acıdan göz pınarlarımızın kuruması lazım seyircisi olduğumuz bu oyun karşısında.

İsyan etmemiz lazım, gülüşlerimizi çalanlara.

Ülkede bu yangın varken, siyasetinizi de alın gidin dememiz lazım iktidarına da muhalefetine de.

En büyük suçlu biziz, biz suskunlar…

“Ay yine şehit varmış vah vah” deyip de sayfayı çevirenler…

Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılar…

Vatan için, o canlar için bile “birlik” olmayı beceremeyenler…

Akıl tutulması yaşayanlar…

Sol yanında atanın “kalp” olduğunu unutanlar…

Vicdanlarına giden yolları tıkananlar…

Suçlu biziz…

Utanmamız lazım…

Türkan Şanverdi Avcı