İki gündür ne diyeceğimi, ne yazacağımı düşünüyorum.

Olup bitenin nedenlerini ve amacını değerlendirmek niyetim.

Onun için yeterli stratejik derinliğe sahip değilim.

Nitekim bir santimlik aykumla dipten strateji çıkaracak potansiyel yok bende.

Sadece yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum.

Cuma akşamı saat 22:00.

Oğlumu uyutmuş, Nice’deki korkunç katliamın haberlerini izlemiş bu konuda bir yazı yazmaya başlamıştım.

Dünyanın ulusal bir köyden, ulusal bir terör merkezi haline gelmesinin hissettirdiği berbat duyguyu anlatıyordum.

Bir anda evin içini bir uçak sesi kapladı.

Öylesine yakındı ki öylesine güçlüydü ses, herhalde birazdan bir uçak düşecek bizim bahçeye diye düşündüm.

Ses uzaklaştı…

Saniyeler sonra bir daha başladı…

Neler olduğunu anlamak için arkadaşlarımızla haberleşmeye başladık, henüz haberlerde bir şey yoktu ama sosyal medyada ve kendi aramızda herkes bu sorunun cevabını arıyordu.

Bir anda haberler dönmeye başladı…

Ankara’nın üzerinde jetler uçuyormuş, İstanbul’da köprüler kapatılmış, yollarda tanklar ve askerler geziyormuş.

Darbe görmemiş (80 darbesinde ben 3 yaşındaydım ve elbette hatırlamıyorum) ama darbelerin gölgesinde bir tarihle büyümüş insanlar olarak “darbe mi” demeye başladık.

Ve hayatımızın en uzun, en tedirgin gecesi başladı…

TRT’deki bildiri, gazete ve kanalların basılması siyasilerin açıklamaları, ekranlardaki yorumcuları bir kenara bırakıyorum ki onlar bile başlı başına bir yazı konusu.

Ama bizim o gece ve sonrasında en net hissettiğimiz duygu “korku” idi.

Sabaha kadar dibimizde uçan jetler, duyduğumuz patlama ve tarama sesleri, her patlamada zangır zangır titreyen evimiz.

Ve en korkuncu, evimize çok yakın olan Meclis’te art arda üç patlama.

Deprem olmuş gibiydi, bu kadar büyük bir patlama ne olabilirdi?

Anlayınca daha da şok olduk, “Yok artık, Meclis mi, kim patlatır Meclisi?” dedik.

Tamam darbe yaşamadık ama darbelerde Meclisin asla hedef alınmadığını biliyorduk.

Havadan kurumlara ve insanlara bomba yağdırılmadığını da biliyorduk.

Demek ki bu bir savaştı ve muhtemelen az sonra bahçemize bir bomba düşecek ya da camlarımız taranacaktı.

Komşularımız geldi, onlar da evde duramamışlar, bizimkinden bir iki yaş büyük çocukları da kendileri de çok tedirgin olmuşlardı.

O korku, o travma, o seslerden çocuklarımızı korumaya çalışıyorduk.

Neler olduğunu sorduklarında, başta yalan söyledik korkmasınlar diye, saçma sapan bir şeyler geveledik.

Ama bitmiyordu, bitecek gibi de değildi.

Uykuya her daldıklarında yeni bir patlamayla evimiz sallanıyordu.

Ve Camilerden sela verilmeye başladı, bomba seslerine karışan bu selalar “topluca ölmekte olduğumuzu” hissettiriyordu.

Ben hayatımda bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum.

Sabaha kadar gözümüzü kırpmadan “bitsin artık” artık diye dua ettik.

Şehir dışındaki, yurt dışındaki ailemize arkadaşlarımıza “iyi değilsek de hayatta olduğumuzu” anlattık.

Ertesi gün ise çok daha kötüydü…

Yüzlerce ölü, yaralı, sokaklarda linç edilen erler, birbirinden vahşi ve “asla gerçek olamaz” dedirten görüntüler.

Bu yaşadığımızı nasıl atlatacağımızı bilmiyorum.

Dediğim gibi, bunların nedenini ve amacını yorumlayacak derinliğe sahip değilim.

İleride neler olacağını yaşayıp göreceğiz…

Ama bildiğim tek bir şey var…

Bize bunları yaşatan; askeriyle polisiyle vatandaşıyla o masum insanların kanına giren; bundan herhangi bir çıkarı olan; en ufak bir şekilde mutluluk duyan herkesin bir gün hesap vermesini diliyorum.

İktidarından muhalefetine, örgütünden iş adamına, askerinden aydınına, yöneticisinden vatandaşına bize bunları kim yaşattıysa, bu ortamı kim hazırladıysa elbet bir gün hesap verecekler…

Bugün değilse bile tarih önünde yargılanacaklar…

Buna yürekten inanıyorum…

Ve biz olmasak da umarım çocuklarımız ancak öyle atlatacaklar o kabus gecesini…