Malum seçim dönemindeyiz, zaten o kadar çok şey yazılıp söyleniyor ki ben de fazla laf kalabalığı yapmayayım diye izliyorum sadece.
Ama “Gençlere eski Türkiye’yi anlatın” dediklerinde yazmadan edemedim.
Yaşım 41 olduğu için az çok biliyorum eski günleri çünkü.
Doğru biz çocukken, gençken şimdiki neslin içinde bulunduğu teknolojiyi, imkanları hayal bile edemezdik.
O yıllarda bize konulan yasaklar bilgisayar, tablet, telefon kullanımı değil; terli terli soğuk gazoz içmemekti mesela.
Sosyal medya, mahalledeki teyzelerdi.
Sansür, elalemdi.
Okula yürüyerek gider gelirdik, ailemizin durumu ne olursa olsun aynı semttekiler aynı devlet ilkokulunda olurdu.
Sıra arkadaşımızın dinini, kökenini falan bilmezdik. Bir tek bitlendiğimizde ayrılırdık.
En pahalı, en inanılmaz karne hediyesi bisikletti.
Çeşit çeşit kurslara gitmemek için değil, öğlen uykusuna yatmamak için diretirdik.
Kristal, elmas, zümrüt çocuklar falan da değildik zaten. Terliği gördük mü kaçardık, sofraya küsemezdik.
Dedemiz ajansın başını alacağında, çıt çıkarmazdık.
Öyle çeşit çeşit çikolatalar yoktu, şemsiye çikolata alabilmek için para biriktirirdik.
Oyuncaklarımız benzerdi, yurtdışında akrabası olanlar değişik bir bebek, tren falan getirdiğinde hayranlıkla bakardık.
Antalyalıyım ben, sokaklar portakal ve turunç kokardı.
Mevsimi değilse hiçbir meyveyi, sebzeyi bulamazdık.
Halamın bahçesinde dutların olmasını beklerdik ki koparıp yiyelim.
Organik lafını hiç duymamıştık.
Cep telefonu olmasa da annemiz babamız, bir kağıda oldukları yerin numarasını yazıp akşam gezmesine gidebilirdi.
Bakıcıya gerek yoktu, çocuğunu komşuya emanet edip rahatlıkla işini görebilirdin.
Ben 5 yaşında kimse fark etmeden, yalın ayak evden çıkıp gitmişim de, yan sokaktaki dilsiz sağır çingene komşumuz geri getirmiş beni. Çingene olduğunu özellikle belirttim çünkü en sevdiğim, en neşeli, en renkli komşulardı onlar. Bayılırdım sokaktaki eğlencelerine gitmeye, büyüdüğümde saatlerce fal baktırmaya.
AVM görmedik; hafta sonu maç ve banyo günüydü.
İftar sofralarını da bayram sofralarını da yılbaşı sofralarını da büyük bir heyecanla beklerdik.
Ramazan’da pide sırasına gönderilir, bayramda harçlık alır, yılbaşında aynı televizyon kanalında aynı eğlenceleri izlerdik.
Ünlü olmaya ilişkin tek hayalimiz Barış abinin programına çıkmaktı.
Adile Teyzemiz, haydi yatağa dedi mi tıpış tıpış giderdik.
23 Nisan’da Halit Amcamızdan gözümüzü ayırmazdık, dünyanın her yerinden gelen çocukların gösterilerine doyamazdık.
Devekuşu Kabareleri izlerdi büyükler.
Neredeyse tamamı siyasi olan esprileri ancak büyüdüğümüzde anlasak da Yeşilçam filmlerinden tanıdığımız Zeki Metin’e gülerdik onlarla birlikte.
Sadece biz değil, o esprilere konu olan siyasetçiler de gülerdi ama.
Geleceğimizi hayal ederdik kendi çapımızda, 2000 yılına mektuplar yazdık hiç üşenmeden.
Daha sayfalarca sürer, sığdıramadığım atladığım çok şey var.
Özetle demek istediğim; evet teknoloji yoktu, “modern” değildik bugünkü gibi.
Ama çok mutluyduk…
Şimdiki çocukların, gençlerin hiç olmadığı kadar belki de…