Herkes Beyaz Türkleri tartışıyor.
Kimisi Beyaz Türkleri “Avrupa Birliği yanlısı olmak, hiyerarşiye karşı gelmek, klasik müzik dinlemek ve kadın-erkek eşitliğine inanmak” gibi tanımlarla ifade ediyor.
Kimisi babadan oğula geçen bir aristokrasiyi temsil ettiklerini söylüyor.
Kimisi kokteyllerin, davetlerin önemli simalarından olan, iktidar sofralarında her dem yer almayı sevmiş, yüzleri Batı’ya dönük, dünyayı bilen, parası olan kişilerdir diyor.
Kimisi de referanduma hayır oyu verenlerin, Atatürkçülerin, laiklerin Beyaz Türk olduğunu iddia ediyor. Gerçi bu durumda evet’i savunanların AKp olması kafamı karıştırıyor, ya neyse…
Bu kadar yazılıp çizilince ben de dün akşam sordum Beyime “biz ne rengiz” diye.
“Rengini fazla belli etme karıcığım” cevabını verdi bana.
Yine de düşünüyorum, acaba ne rengiz biz ailecek?
Beyim tam bir salon beyefendisi olduğuna göre kesin Beyaz Türk’tür.
Bir tek benim pişirdiğim yemekleri yerken Yeşil Türk’e ve kırdığım potları duydukça Kırmızı Türk’e dönüşür.
Oğlum da düzgün Türkçesi, kibarlığı ve hiyerarşiye (yani anne baba otoritesine) kesinlikle karşı olduğu için Beyaz Türk tanımına uyuyor gibi.
Ama klasik müzik dinlemek yerine, “yüz on sekizzzz, sekseeeeeen” diye el çırpıp dolaştığına ve şaşırınca “abooooo” diye tepki gösterdiğine göre biraz karışık sanırım.
Ben zaten sakarın teki olduğum için genelde Mor Türk olarak gezinirim ortalıkta.
Yine de eğer babadan oğula geçen bir hiyerarşi söz konusu ise Arnavut Kralı’ndan gelen saray soyumla ben de Beyaz Türk değil, ama tıpkı rahmetli Büyük anneannem gibi Beyaz Arnavut olabilirim belki.
Paramız olmadığına; iktidar sofralarında “sofra gediği” olarak bile kabul görmediğimize; elimizde içki kadehi ile davetlerde süzülmek yerine evimizde arkadaşlarımızla sarhoş olup saçma esprilerimize katıla katıla gülmeyi tercih ettiğimize göre bu tanımları yapanlar için “az Beyaz” bile sayılmayız.
Neticede ortaya yanardöner bir Türk ailesiyiz biz.
Tıpkı bu topraklar üzerinde yaşayan herkes gibi.
İçinde hem alaturkalık hem modernlik barındıran, klasik müzik ve şarabı da seven ama rakıya en güzel eşlik edenin türkü olduğunu düşünen, beş yıldızlı bir oteldeki kokteylde de babaannemin yer sofrasında da aynı keyfi alan, laikliğin dinsizlik olmadığına yürekten inanan, Avrupa’nın kültürüne de Doğu’nun çarpıcı mistikliği ve gizemine de büyük hayranlık duyan…
Her şeyden önemlisi medeniyetin insanın “renginde” değil, “içinde” olduğunu bilen…
Sadece Beyaz’ı değil, doğanın tüm renklerini severiz biz.
İnsanları renklerine, kültürlerine, dinlerine, dillerine, eğitimlerine göre değil yüreklerine göre sınıflandırırız.
O yüzden de içinde bin bir renk barındıran, alacası dışında dostlarımız vardır.
Ve biz ülkemizin bize bahşettiği o gökkuşağının altında mutlu olur, dilek tutarız renklerimizi hiç kaybetmemek için…
Renk konusundaki fikrime gelince; bizim ailecek tek derdimiz, beyaz çamaşırların arasına yanlışlıkla ve nedense sık sık (!) karışan renkli bir çorapla alacalı bulacalı olan kıyafetlerimizdir.
İşte bir tek o zamanlarda Sevgili Beyimin “bembeyaz” yüzünü görüp de kaçacak delik ararım ben…
27 Ekim 2010