Bazı arkadaşlarım soruyorlar; “Neden yazmıyorsun uzun zamandır” diye…

“Ne yazayım ki?” diye soruyla cevap veriyorum ben de onlara. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı suskun bir noktadayım zira.

Penceremden dışarı bakıyorum, “kara” kışın kapladığı ayazlara mahkum bu şehirde güvercinler yemek bulmaya çalışıyor… Yılmadan, pes etmeden karları eşeliyorlar…

Pervaza bir parça ekmek kırıntısı koyup, kafamı televizyona çeviriyorum. “Kara” harekata çıkan bembeyaz güvercinler gülümseyerek el sallıyor…

Ne sırtlarındaki 40 kilo yükün, ne de yüreklerindeki hasretin ağırlığı yıldırıyor onları… Karların arasında azimle arıyorlar,  içlerinde insanlığın “kırıntısı” bile olmayanları…

İçim sıkılıyor…

Analar, sevdalılar, çocuklar “yasa” boğulmuşken, kınalı güvercinlerinin hasreti kalplerinde kaygıyla atarken; başkumandanın aklındaki tek “yasa” karanlık kuyularda nefessiz bırakıyor beni.

Bu zaman hesabına diyecek söz bulamıyorum.

Dinden, imandan bahsedenlere anaların korkulu duaları ulaşmaz mı, aklım bir türlü almıyor.

Sonu gelmez karabasanlardayım gecemde gündüzümde; çığlık atmaya davranıyorum, sesim çıkmıyor.

Uzanıp dokunmak istiyorum o kınalı güvercinlere… Kanatlarını okşamak… Sevdikleri için çırpınan kalbini dinlemek… Onlarla birlikte havalanmak gökyüzüne…

Soğuk karlarda, acımasız yüreklerde iz bulmaya çalışırken evlerinin sıcaklığını arar o güvercinler…

Yitirdikleri her arkadaşlarıyla biraz daha yaralanırlar, kolları kanatları ince ince sızlar.

Eşlik ettikleri her yeni gün doğumuna şükrederler.

Ceplerinden bir resim çıkarıp koklarlar, belki bir damla gözyaşını silerler kimselere göstermeden…

Penceremden dışarı bakıyorum…

Bitmek tükenmek bilmeyen bu kara kışa kafa tutan inatçı güvercinleri izliyorum.

Yüreğim “ırak”taki cesur beyaz güvercinlerde…

Aklım yanıbaşımızdaki sonu gelmez kara hesaplarda…

İsyanıma, gözyaşlarıma şair yetişiyor:

Benim güvercinim tunç gagalı

Kimlerin bakışı kardeşçedir

Kimlerin bakışı düşmanca

Kendisi hangi kavganın güvercinidir bilir…