İnsanın çocukluğunda iz bırakan şeyleri unutması kolay değil.

Ben tek kanallı zamanlarda ve programlarda büyüdüm.

Şimdiki gibi yüzlerce seçeneğimiz yoktu, hepimiz aynı saatte aynı programı izlerdik.

O nedenle “Küçük mü Büyük mü” tartışmalarının yapıldığı kutu açma yarışması, bende Rahmetli Cenk Koray’ın Telekutu’su kadar heyecan uyandırmadı bir türlü.

Hem bizim zamanımızda “kutu” denilen pipinin kızlardaki karşılığıydı. Belki de o nedenle büyük bir şaşkınlıkla izlerdim, kadınların “Cenk Bey, kutumu açın lütfen” diye yalvarmalarını. Üstelik annemle babam da o kadınlara kızmak bir yana, büyük bir merakla açılacak “kutuyu” beklerdi.

Ve uzun yıllar boyunca Erkan Yolaç’ın karşısında “evet de hayır da” dememeye uğraşanları izledik hepimiz.

Kafalarını emme basma tulumba gibi sallamamak için evet demesi gereken yerlerde gözlerini kırpıştırıp da, hayır demesi gereken yerlerde göz bebeğine ışık tutulmuş gibi pörtletenler; Mehter Marşıyla gelip İzmir Marşıyla akıp gittiler çocukluk dönemimizde.

Bugün hala evet ya da hayır demek istemediğinde müthiş mimikler yapabilen insanların o dönemin ürünü olduğunu düşünürüm ben.

Örneğin bir kadın sadece kaşlarıyla, misafir yanında bağıramadığı çocuğuna “hayır onunla oynayamazsın, dur sen akşam baban gelsin görürsün” tehdidi savurabilir.

Ya da bir erkek karısına “o kadın senin eline su bile dökemez” derken; karısını kontrol etmek için bir gözünü onun üzerinde tutup diğer gözünü o malum şahsa doğru kaydırarak “evet haklısın, burada senin dırdırını çekmek yerine, şu fıstıkla eğlenmeyi tercih ederdim” düşüncesini anlatabilir.

Ayrıca bilirsiniz zaten kadın kısmının her “evet”i gerçekten evet anlamına gelmez, her “hayır”ı da istemediğinin göstergesi değildir.

İstediğimiz şeyi yaptığını zannederek sevinçle yüzümüze bakan adamı, “beni hiç anlamıyorsun” diye rahatlıkla çıldırtabiliriz biz. Hatta ceza olarak neyi anlamadığını anlatmaz, saatlerce uğraşarak kendisinin anlamasını isteriz.

Nitekim daha geçenlerde Sevgili Beyimle benzeri bir tartışma yaşadık.

İstanbul’da ben evet dedim sanarak uzaktaki balıkçıya gitmek için çılgın bir trafiğe girip de, aslında oraya gitmek istemediğimi fark edince bir saatlik yolu geri dönerken “hangi akla hizmet bu kadını dinledim” ki diye söyleniyordu.

Ben de “hayatım ben evet demiş olabilirim ama senin oraya gitmek istemediğimi bilecek kadar beni tanımış olman gerekir” diye dudak büzdüm.

Neyse sonuçta bir orta yol bulduk da iş tatlıya bağlandı. İkimizin de sevdiği yere gidip şahane bir akşam geçirdik.

Bu ne manasız bir yazı, sıcaktan kafayı mı yedin sen; diye düşünebilirsiniz.

Ama Kamuran Akkor’un muhteşem şarkısında olduğu gibi:

Evet mi hayır mı,
Söyle bana nedir senin cevabın?
Beklemek istemem,
Ne olacak bilinmez ki yarın?

şeklindeki referandum tartışmalarından çok sıkıldım.

Evet diyenler, hayır diyenler… Evet diyeceğim ama bir açıdan da hayır diyorum ya da benim hayır demem karşı çıktığım anlamına gelmez şeklindeki düşüncelerini beyan edip hepten kafamızı karıştıranlar… Ne olur ne olmaz diye rengini belli etmemek için kafasını emme basma tulumba gibi sallayanlar…

Hala ve her zaman bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların “derin” içerikli tartışmalarıyla “sığ” sularda boğulan ülkem…

Çok sıkıldım çok…

Bir kutunun çevresinde acaba bizim oylarımız “büyük mü küçük mü” diye alkış tutanlara “mühim olan işlevi” demek istiyorum.

Ve aslında bunca yıl sonra hala demokrasiyi hakkıyla öğrenememiş, kutudan bahtına ne çıkarsa kabul etmiş Milletime; “izlemeyin şu oyunları, değiştirin artık kanalı” diye isyan etmek istiyorum.

Sadece sorulan soruları cevaplayan bir istatistik sonucu değil de, geleceğimiz için soru soran, mücadele eden taraf olalım istiyorum.

Belki de bu yazı gibi isteklerimin de beyhude olduğunu gördüğümden; Mehter Marşıyla gelip, İzmir marşıyla uzaklara gitme hayali kuruyorum zaman zaman…

12 Ağustos 2010