Malum, Ramazan ayındayız.

Gazetelerde, televizyonlarda her gün uzmanların açıklamaları var.

Sağlıklı beslenmenin yanı sıra; oruç nedeniyle vuku bulan “uykusuzluk, stres, ağız kokusu ve yorgunluk” gibi çevreye verdiğimiz “geçici” rahatsızlıklarla nasıl baş edeceğimizi de anlatıyorlar sürekli.

Ama açıkçası ben “kalıcı” rahatsızlıklar için ne yapılması gerektiğini merak ediyorum.

Örneğin yine aynı kanallarda, aynı gazetelerde her gün birbirine hakaret eden sanatçılar, siyasetçiler nasıl bir sprey kullanmalı ki biz bu feci ağız “koku”lardan etkilenmeyelim?

Ya da bize sarılan, hep yanımızda olduğumuzu söyleyen “dost”larımızın gerçekte ağızlarının içinde sakladıkları ve hiç beklemediğimiz anda yüzümüze çarpan kötü “koku”ları ile nasıl baş edelim?

Uzmanlar ağız kokusunu engellemek için “lokmaları iyi çiğneyin” diyor.

Ama yenir yutulur olmayan bu “lokma”ların ve hısımın hısıma bir kısım fazla “sokma”sının ağzımızda bıraktığı bu acı tatlardan nasıl kurtulalım?

Sevginin, aşkın bile saflığını yitirmesine, karşılıklı hesaplarla devam etmesine neden olanların, midemizi bulandıran “koku”larından nasıl korunalım?

Bütün bunlarla mücadele etmek, doğru ve dürüst bir insan gibi ayakta kalmak için sürdürdüğümüz savaşın“yorgun”luğunu yenmek için ne yapalım?

Çocuğumuz iyi bir dünyada yaşasın, güzel okullarda okusun, mutlu olsun diye verdiğimiz hayat mücadelesinin “stres”inden nasıl kurtulalım?

Acaba şu anda düzgün insanlarla mı beraber, güvenli bir yerde mi diye geçirdiğimiz “uykusuz” gecelerin ardından nasıl dinç bir şekilde güne başlayalım?

Ramazan’da hiçbir şey yemeden geçirilen bütün bir günün ardından çok fazla yiyip de midemizi rahatsız etmemek için çalışırken; mideleri açlıktan guruldayan “daimi” oruçlular için ne yapalım?

İşin özü, gerçekten çok merak ediyorum…

Mübarek Ramazan “hoşgörü” ayı da, diğer günler “boş”görü hayatı mı be Mübarek?

26 Ağustos 2010 b)� �vP�P$� bir işe sahip olup ailesine baksın.

 

Bir evin bir oğlu Ömer de; “oğlum gözümün bebeğiydi” diye ağlayan babası Fahrettin de yüreğimi dağlıyor bu sabah.

Sonra Pakistan için yapılan kampanyalar, iftar davetleri geliyor gözümün önüne.

O “tekneler” bir gün bizim limanlara da uğrar mı merak ediyorum.

Orada bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüz, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüz; o köydeki çocuklar, bizim çocuklarımız demek istiyorum.

Evet Pakistan için ev kampanyaları düzenleyelim, hatta dünyada ihtiyacı olan herkese yardım edelim; ama 130 lira ev kirası veremeyip de iki çocuğu ile sokakta yaşayan Mersinli aileye de “dünyamızda” yer açalım istiyorum.

İran’da recm cezasına çarptırılan Sakine için ayağa kalkan dünyayı; her gün ülkemde babası, kardeşi, akrabalarının kararıyla göz göre göre “töre” cinayetine kurban verdiğimiz kadınlarımız, kızlarımız için de “sakin” bırakmayalım, ayağa kaldıralım istiyorum.

Ne çok şey istiyorum değil mi?

Sevgili Beyim boşuna “gurme” demiyor bana.

Böyle kurdukça kuruyorum kafamda, o da “sen kendi kendine habire gur’me karıcığım, bütün bunları gerçekleştirmek öyle zor ki, senin yaptığın yemeği yemek bile kolay kalır yanında” diyor.

Çaresiz; tekne orucumuzla yaşayıp gidiyoruz hep beraber, iman denizinde küçük limanlara uğrayabilmek umuduyla…

25 Ağustos 2010