Biz çocukken oruç tutan büyüklerimize çok özenirdik.
Bizim ısrarlarımıza dayanmayan ailemiz de öğlene kadar oruç tutmamıza izin verirdi.
Yarım günlük bu çocuk orucuna “tekne orucu” denirdi.
Çok hoşuma giderdi bu isim…
Koskoca “iman” denizinde, bir iki “limana” uğrayan küçük bir teknenin kaptanı sanırdım kendimi.
Bakmayın öyle söylediğime, bu tanımı ancak büyüyünce yapabildim.
O zaman tek anladığım gece sahura kalkmak, ramazan davulu dinlemek, annemle babama özenip onlar gibi davranmayı istemek, iftar sofrasında top sesi beklemekti.
Bir “oyun”du yani aslında…
Nereden aklıma geldi bütün bunlar?
Bakıyorum da yardım için iftar yemekleri düzenleniyor yine bu günlerde.
11 ay yok saydığımız insanlara yardım edebilmek için 5 yıldızlı otellerde iftar davetleri veriyorlar.
Davete katılanlar “zengin” açık büfeden doldurdukları tabaklarını bitirirken; bu yardımseverlikleri sayesinde içi “bulgur, pirinç, çay, şeker vb” yiyeceklerle dolan kutuların kaç aileyi sevindireceğini düşünerek “huzur” buluyorlar.
Aklıma “tekne orucu” tuttuğum zamanlar geliyor.
“İyi, ama eksik bir şeyler yapabilmenin huzurudur” bu herhalde diyorum.
Ve bugün o haber ilişiyor gözüme…
Başbakanımızın eşi de Pakistan’a yardım için bir iftar yemeği verecekmiş.
Hemen yanındaysa Ankara’nın doğusunda, Pakistan’ın batısındaki Ağrı’nın Daldalık Köyü’nden okumak için yola çıkmış Ömer’in güzel yüzü duruyor.
Her gün 7 kilometre yol giderek ortaokulu ve liseyi bitirip Muğla’da üniversite okumaya başlayan; okul harçlığı bulmak için İstanbul’da inşaatta çalışan ve düşüp ölen Ömer isyanla bakıyor yüzüme…
Üniversiteli Ömer inşaatta günde 30 liraya “vasıfsız” işçi olmuş ki okulu bitirebilsin ve bir “vasıf”a bir işe sahip olup ailesine baksın.
Bir evin bir oğlu Ömer de; “oğlum gözümün bebeğiydi” diye ağlayan babası Fahrettin de yüreğimi dağlıyor bu sabah.
Sonra Pakistan için yapılan kampanyalar, iftar davetleri geliyor gözümün önüne.
O “tekneler” bir gün bizim limanlara da uğrar mı merak ediyorum.
Orada bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüz, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüz; o köydeki çocuklar, bizim çocuklarımız demek istiyorum.
Evet Pakistan için ev kampanyaları düzenleyelim, hatta dünyada ihtiyacı olan herkese yardım edelim; ama 130 lira ev kirası veremeyip de iki çocuğu ile sokakta yaşayan Mersinli aileye de “dünyamızda” yer açalım istiyorum.
İran’da recm cezasına çarptırılan Sakine için ayağa kalkan dünyayı; her gün ülkemde babası, kardeşi, akrabalarının kararıyla göz göre göre “töre” cinayetine kurban verdiğimiz kadınlarımız, kızlarımız için de “sakin” bırakmayalım, ayağa kaldıralım istiyorum.
Ne çok şey istiyorum değil mi?
Sevgili Beyim boşuna “gurme” demiyor bana.
Böyle kurdukça kuruyorum kafamda, o da “sen kendi kendine habire gur’me karıcığım, bütün bunları gerçekleştirmek öyle zor ki, senin yaptığın yemeği yemek bile kolay kalır yanında” diyor.
Çaresiz; tekne orucumuzla yaşayıp gidiyoruz hep beraber, iman denizinde küçük limanlara uğrayabilmek umuduyla…
25 Ağustos 2010