Etiketler

5 yaşındaydım; 7. Katta oturuyorduk. Bir gün evde benimle yaşıt iki komşu kızı vardı, bir de benden iki yaş büyük ağabeyim.

Ağabeyim bizi öyle bir inandırdı ki, balkondaki meyve kasasına üçümüz oturup, mendili de paraşüt gibi açarak aşağıya atlamaca oynamaya karar verdik. İki kız sandığın kenarlarını tutacak, ortada oturan bendeniz de mendili paraşüt gibi açacaktım ki…

Annem geldi, bizi engelledi, daha doğrusu hayatımızı kurtardı.

İlkokuldaydım; yazlıkta komşumuzun sarışın dünya güzeli minik bir oğlu vardı. Kucağıma aldım, birlikte düştük, ayağının üzerine basamadı bir süre. Utandım, çok vicdan azabı çektim.

O günlerde kendimi affettirmek için ablasının saçlarını taramak istedim, fırça saçına dolandı, açamadık, güzelim saçları kesilmek zorunda kaldı. Daha beter utandım, bir daha gidemedim.

Bir gün evdeki tel dolaptan fıstık aşırmaya çalışırken, dolap olduğu gibi üzerime devrildi. Annemin bütün tabak, bardak takımı ve eskilerin ağır küçük fırını ile birlikte. Korkumdan fıstık aradığımı söyleyemedim “dolap bir anda üzerime geldi, nasıl kurtuldum bilmiyorum” diye ağladım. Annemle babamın ömründen ömür gitti tabii, beyin travması geçireceğim endişesiyle beni izlediler uzun süre.

Kolumda hala durur yara izi, ancak büyüdüğümde itiraf ettim suçumu, güldük birlikte.

Benim çocukluğumda oyuncak bebekler çok pahalı idi ve bir gün babamın bana aldığı bebekle oynarken kafasını kopardım, sakladım.

Ağabeyim, babama söylemekle tehdit edip günlerce bana şantaj yaptı, köle gibi kullandı. İntikam olsun diye oyuncak arabalarını camdan attım, nerede diye ararken bilmiyormuş gibi davrandım.

Ortaokuldaydım, o zamanlar çok moda ama bir o kadar da aptalca bir oyun vardı. Nefessiz bırakıp, bayıltma oyunu.

Bir havlu ile karşımızdakinin boğazını belli bir süre sıkar, nefessiz kalıp bayılmasını beklerdik. Ben de toraman bir çocuk olarak, zayıf ağabeyimle aynı oyunu oynadım.

Nasıl sıktıysam artık, çocukcağız titremeye ve kasılmaya başladı. Yani annemler salonda otururken, odamızda ağabeyimi boğarak öldürüyordum neredeyse.

Daha sonra aynı oyun yüzünden bir arkadaşımızın komaya girdiğini, ölümden döndüğünü duyduk, bıraktık.

Büyüdüm, çocuk değilim artık ama ne değişti?

Hala da bütün kadınlar gibi “5 liraya aldığım bir şeyin, 3 lira olduğunu” söylerim Sevgili Beyime.

Ne yanan yemeğin, ne de kırılan öteberinin suçlusu ben değilimdir.

Faturaların ve kredi kartı ödemelerinin hep mantıklı bir açıklaması vardır.

Keza Beyimin eve geç kalmasının ya da ona söylediğim bir şeyi unutmasının da.

Oğlum okula gitmek istemediğinde, “kesin” hastadır, oyuncağı “tesadüfen” bulaşık makinesine girmiştir.

İşin özü, pek çoğumuz doğduğumuz günden bu yana suçluyuz; potansiyel katil, hırsız, yalancı, dolandırıcıyız.

Hayatı boyunca hiçbir zaman kopya çekmemiş, yalan söylememiş, dedikodu yapmamış, trafikte bütün kurallara uymuş, markette başkasının sırasını çalmamış, arkadaşını ispiyonlamamış, okuldan ya da işten kaçmak için hasta numarası yapmamış, sarhoş olup herkesi bezdirmemiş, aldatmamış, mış gibi yaşamış ve aklıma gelen gelmeyen, irili ufaklı suçları işlememiş herkesi tenzih ederim.

Ama ben şükrettim bugün…

Ya ben doğduğumda birisi çıkıp da “Tıp ilerledi, emniyette suçluların kanını alıp gen haritası çıkarsınlar. Çocuk doğduktan sonra analizi yapılsın. Vatana, millete, bu ülkeye zararlıysa yürümeden yok edilsin” deseydi…

Değil yürümek, emeklemeye bile fırsat bulamazdım vesselam.

Ve ne ben bugün bu satırları yazardım, ne de o Zat-ı Muhterem Okul Müdürü olup böyle “manalı” tespitlerde bulunabilirdi…

Türkan Şanverdi Avcı

21 Şubat 2012