Dün patlama olduğu saatlerde bir arkadaşımın evindeydik.
Çocuklar içerde koşup oynuyor, biz de sohbet ediyorduk.
Elbette ülke gündemini, sorunlarımızı ve bizi bekleyen geleceği de tartışıyorduk ama bir o kadar da çocukların maskaralıklarından, okullarından konuşup; tanıdıklarımız hakkında dedikodu yapıyorduk.
Ve bir anda korkunç bir ses duyduk, olduğumuz ev 7. katta ve patlamadan oldukça uzak olmasına rağmen ciddi şekilde sallandı.
Tüm çevredekiler gibi balkona koştuk ve kapkara bir duman ile alevlerin gökyüzüne yükseldiğini gördük.
Hemen ardından siren sesleri yankılanmaya başladı sokaklarda…
Telefonlarımız çalmaya, mesajlar gelmeye başladı yakınlardakilerden.
Sesi duydunuz mu? Ne oldu biliyor musunuz? Bomba mı?
Haber almaya, haber vermeye çalışıyorduk.
O anda yaşadığımız panikten çok endişeydi…
Nerede, ne oldu, hangi masumları hedef aldılar bu kez endişesiydi.
Korkuyla yanımıza gelen çocuklarımızı “bir şey yok, her halde bir yerlerde tüp patladı ya da havai fişek atıyorlar” diye sakinleştirmeye çalıştık, kendi endişemizi belli etmeme çabası içinde.
Ve birkaç dakika içinde, endişelerimizde haksız olmadığımızı; Ankara trafiğinin en işlek saatinde, eve dönüşlerin olduğu saatte sinsice, alçakça, vicdansızca, gaddarca masum insanların arasına daldıklarını öğrendik.
O kara dumanlar boğazımıza dolandı, alevler yüreğimize düştü…
Hayattaydık ama iyi değildik…
Bir kabusun içindeydik…
Az önceki dertlerimiz, korkularımız, hayallerimiz silinip gitmiş; yerini şehrin herhangi bir yerinde, tam da patlamanın olduğu civarlarda olabilecek yakınlarımıza ulaşma korkusu, gayreti almıştı.
Evlerimize dönerken hepimizin yüzü asık, kelimelerimiz yarımdı.
Eve gelip, hala korkusu geçmemiş, soruları bitmemiş oğlumu sakinleştirip uyuttuktan sonra düşündüm.
Ruhlarımızın, yüreklerimizin ne kadar yorgun olduğunu…
Ölüme, ölmeye ne kadar alıştırıldığımızı…
2-3 ayda bir yakınlarımızdan “iyi misiniz, bir şeyiniz yok ya?” diye telefonlar almanın ağırlığını…
Sabah evden çıkarken, akşam gelemeyecek olma hissinin yarattığı güvensizliği…
Birbirimizden ne kadar nefret ettiğimizi…
Sevgimizi bölüşmek bir yana, acımızı dahi paylaşamadığımızı…
Çocuklarımızı bekleyen kıyametin endişesini, hayal kuramamanın üzüntüsünü…
Ben bu satırları yazarken dahi bombaların, kurşunların, azgın dalgaların hedefi olmaktan kaçmaya çalışan insanları, çocukları…
Her gün yüreğimizde patlayan bombaları…
Evet, hayattayız (şimdilik) ama inanın iyi değiliz hiç birimiz…
Hem de hiç iyi değiliz…