Dün akşam eşim, ben ve 7 yaşındaki oğlumuz sohbet ediyorduk.

Eşimin babası o henüz 11 yaşındayken ölmüş ve oğlumuz da biliyor bunu. Bize dönüp “Ama siz kendinize çok iyi bakıyorsunuz, babamın da senin de çok uzun yıllar yaşayacağınıza eminim” dedi.

İnşallah oğlum” derken acı bir gülümseme vardı dudaklarımızda, çünkü aynı esnada (onu korkutmamak için) telefonlarımızdan gizlice patlama haberini takip ediyorduk.

Evimizin, işyerimizin en fazla 2 kilometre uzağındaki yangın, acı, çığlıklar…

Gencecik çocuklardan haber almaya çalışan duyurular, kapkara sayfalar, belirsiz ölü ve yaralı sayısı, şuraya gitmeyin buraya gitmeyin uyarıları.

Tam bir karabasan hali…

Ve bu yangında masumiyetini korumaya çalışırken, belki de canını dahi koruyamayacağımız bir çocuğun hayata dair sözleri.

Nasıl anlatabilirsiniz ki?

5 yaşında bir masumun da kötülüğün hedefinde olduğunu, minicik bebeğin de, gencin de, yaşlının da, pırıl pırıl eğitimli askerlerin de…

Alçak bir saldırıda kaybettiği çocukluk arkadaşının yası bitmeden başka bir alçak saldırıda ölen o genç adamı…

Gazeteleri, haberleri köşe bucak kaçırmanın ağırlığını…

Kendi kendimize ölme lüksümüzün kalmadığı bir dünyada, ülkede yaşamanın korkutuculuğunu…

Sosyal medyada paylaştığınız mutlu bir karenin, arkadaşlarınızla yaptığınız geyiklerin birkaç dakika içinde anlamanı yitirmesini…

Bir anda konunun sadece “iyi misiniz?”e dönmesini, sevdiğinize ulaşamadığınız birkaç dakikada yüreğinize çöken ağırlığı.

Siz ulaşsanız da o soğuk morglarda evladını, anasını babasını, kardeşini arayanların çaresizliğini görüp utanmayı.

Sorumluluk ve yetki sahibi olanların sizin yaşıyor olmaktan duyduğunuz utancı; yaşatamıyor olmaktan dolayı zerre kadar hissetmemesini…

Mikrofonların karşısında konuşurken “ya onlardan birinin evladı, yakını orada olsaydı ne hissederlerdi” diye düşünmeyi…

Geleceğe dair plan kurarken “acaba?” sorusunun zihninizde yankılanmasını…

Kendimizi geçtim; evlatlarımızı koruyamama endişesinin nefes aldırmamasını…

Nasıl anlatabilirsiniz?

Nasıl anlatabilirim ben oğluma?

Buranın kendi kendine ölemeyenlerin ülkesi olduğunu ve hangi dakikamızın son olduğunu bilememenin yükünü?

Ankara’da dün geceden beri aralıksız yağmur yağıyor.

Sanki gözyaşları, ağıtlar gökyüzüne ulaştı ve geri akıyor…

Yıllar önce Ankara’yı İstanbul, İzmir, Antalya gibi deniz şehirleriyle karşılaştıran bir yazı yazmıştım.

Demiştim ki; içinden deniz geçen şehirlerde insanlar yüzünü denize, sırtını diğerlerine çevirir istedikleri zaman. Ankara’da ise deniz olmadığı için insanlar yüzünüze bakar.

Ama artık bizim birbirimizin yüzüne bakacak gücümüz kalmadı.

Ankara’da dün geceden beri aralıksız yağmur yağıyor.

Ve bu yalnızlığımızda bizim çaresiz, umutsuz gözyaşlarımıza karışıyor tekrar…