Yolunuz bir gün Antalya’ya düşer de balkonunda “küvet” olan bir ev görürseniz, bilin ki o bizim evdir.
Banyoya duşa kabin yaptıran babam, banyodaki küveti balkona taşıdı ve içinde bitki yetiştirmeye başladı.
Koca küveti dolduracak toprağı bir seferde taşıyamadığı için günlerce torba torba toprak taşıdı eve.
O günlerde annem arkasında bıraktığı toprak izleri sayesinde babamı kolaylıkla bulurdu. “Babam nerde?” diye sorduğumuzda “balkondan mutfağa gitmiş, oradan da banyoya” diye anlatırdı bize…
Şimdi babam hergün balkondaki bahçesine koşup, küvetin içinde serpilen biberiyelerini, domateslerini izliyor.
Misafirlere “çok güzel yetiştiler, her geçen gün biraz daha büyüyüp, serpiliyorlar” diye anlatınca onlar da haliyle soruyor “çocuklar mı?” Annem gülerek cevaplıyor “yok canım, biberiyeler…”
Balkondaki “küvet bahçe”, bedenini şehirde beton bir apartmana hapseden babamın, ruhunu o duvarlara sığdırmayı bilememesidir benim için.
Toz toprak yollardan okula gittiği, okuldan dönerken erik ağacına tırmandığı yıllarının özlemidir…
Yağmurdan sonra mis gibi kokan toprağa sevdasıdır…
Toprağında tohum, tohumunda meyve, meyvesinde lezzet olan “köyünün” hasretidir…
Babam, her gün köydeki “küçük çocuk” olur, “tabiat anasının” kollarına koşar, kocaman “beton” şehirde, ondan bir “teselli” arar.
O “ana” ki, biz evlatlarından yana hiç gülmedi yüzü… Ne saydık, ne de sevdik…Hiçe sayarak, başımıza buyruk, kurduk “medeniyetimizi”.
Ama hepimiz ilk fırsatta “ona” sığındık özlemle, sevdayla af diledik…
Bizler ruhlarımızı sığdıramadıkça bu “sahte medeniyete”, bir nefes, bir aydınlık diledik hor gördüğümüz “tabiat anadan”…
Balkonumuzda “küvet”, hasretle yolunu gözledik…