Etiketler

1999 yılını hiç unutmuyorum…

Bir gece, evde tek başına iken bütün dünya sallanmaya başlamıştı. Uyku sersemliği ile anlayamamıştım yaşadığımız “sarsıntının” büyüklüğünü.

Ve depremden beş gün sonra Bolu’ya gitmiştik arkadaşlarımla, bir kamyon dolusu yardım eşyası ile.

Binlerce acı görüntü, yıkılmış evler, çökmüş yollar, siren sesleri içinde kafama kazınan bir kare var ki, unutamadım 12 yıldır.

Yaşlı bir adam, elinde bir kuş kafesi, enkazın önünde durmuş. Şaşkın, sessiz, çaresiz…

“Bir bu kaldı ailemden geriye. Karım, çocuklarım, torunlarım orada. Bir bu kanarya bir de ben, hepsi o” demişti bana.

Onu orada bırakıp uzaklaşırken sımsıkı sarıldığını gördüm kafese.

“Seni kafese koydum, korudum, ailemi koruyamadım” diye ağlıyordu.

Bir kuş kafesinin parmaklıklarından zayıftı çünkü “yuva” diye başlarını soktukları…

Üç kuruş daha az maliyetle, beş kuruş daha fazla nasıl kazanırım peşindeydi “insan” diye güvenip de ev satın aldıkları…

Tam 12 yıl geçti aradan.

Önceleri deprem uzmanları çıktı, anlattı. Depremin değil, binaların öldürdüğünü söyledi ısrarla.

İlk 12 saat gözümüzü kulağımızı açtık, dikkatle takip ettik.

12 gün sonra, iki program arasında reklamlarda izledik.

12 hafta sonra arada sırada bir iki küçük habere denk geldik.

12 ay sonra, deprem olduğunu unutmuştuk bile.

Son 12 yıldır, depremden korunmak için en büyük tedbirimiz abdestsiz evden çıkmamak oldu.

Ve bu 12 yıl boyunca deprem olduğunu unutmayan ve unutturmayan sadece telefon şirketleri oldu. Kararlılıkla sürdürdüler özel iletişim vergisini almayı.

Deprem denince aklımıza bir tek onlar geldi, “depremin üzerinden kaç yıl geçti hala vergi topluyorlar” diye söylendik.

Meğer bir bildikleri varmış adamların.

Doğal afet öyle mi?

“Burası Türkiye, ölür dediler, öldüler…”

23 Ekim 2011