Etiketler
Biz Türklerin klasik özelliği galiba…
Her durumda “Allah Allah Allah” diye koşturup, “Allah Allah? Allah Allah?” diye şaşırarak geri dönmek.
Van depreminde de bunu hissetmek mümkün bence.
Herkes bütün iyi niyetiyle yardım etmeye çalışıyor, yardımlar koli koli gönderiliyor.
Ama orada bir kaos hakim, kimin hangi koliyi aldığı belirsiz, kolide ped mi var çocuk bezi mi mama mı çorap mı belli değil.
İnsanlar çadır sırası beklerken, uyanık müteahhitler villasının bahçesine çadırı kurmuş bile. Paris’in göbeğine çadır kuran Kaddafi misali, trilyonluk ciplerinin ortasına yerleştirmiş çadırı.
Her birey, her kurum en çok yardımı yapma peşinde, bir tır bir yerden diğeri öte yerden aynı anda kalkıyor.
Kanallar zaten yarış halinde, kim en çok ünlüyü çıkarıp en çok parayı toplayacak?
Bu arada bizim yıllardır ödediğimiz “deprem vergileri ne oldu” diyoruz, “e duble yol yaptık ya” cevabını alıyoruz. O duble yolda fiat ile ne kadar hızlı gidersiniz bilemem tabii ama bunun konumuzla ilgisi yok.
Yanlış anlamayın, ne bu dayanışmaya ne de bu yardımseverliğe itirazım var.
İtirazım, örgütlü örgütsüzlük durumumuz.
Aynı şeyi Marmara depreminde de yaşadık. Milyonlarca nakit para toplandı, depremzedeler için evler yapıldı.
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum.
Dün gazetede 99 yılında Marmara depremini yaşayanların, evsiz kalanların hukuk mücadelesi yazıyordu.
Irak’tan gelen yardımlarla yapılan konutlar “istediğiniz kadar oturun” diye davulla zurnayla teslim edilmişti hatırlarsınız. 2002’de önce kira istemiş Valilik, sonra da Körfez manzaralı o konutlara “üst düzey bürokratlar” yerleştirilmiş.
Hani belki bunca yardım çağrısında dikkatinizden kaçmıştır diye söylüyorum. Okumak isterseniz, İpek Durkal Hürriyet Cumartesi ekinde anlatmış depremzede Çisem’in ve diğerlerinin mücadelesini.
İşte itirazım bu noktada.
Mevsimlik işçiler gibiyiz.
Bir felaket anında aynı tıra doluşuyor, aynı yola düşüyoruz.
Evimizdeki üç beş parça eşyayı kutuya doldurup, koli bandını çektiğimiz anda bütün sorumluluğumuzu yerine getirdiğimiz inancıyla rahatlıyoruz.
Tüm hikayeleri “onlara erdi muradına” noktasında bırakıyoruz. Sonrasının ne olduğunu düşünmüyoruz.
Ne kendimiz ne de diğerleri için…
Bir sürü arkadaşım, çocuklarının okulda öncülük ettiğini ve arkadaşları ile yardım paketleri yaptığını yazdı, anlattı.
Harika, çok umut verici şeyler bunlar ama ne yazık ki sadece bugüne dair…
İsterdim ki bir tanesi de arkadaşları ile birlik olup okul yönetimini harekete geçirdi desin. “Deprem tatbikatı yapalım, bizi ve ailelerimizi eğitin” diye baskı kurdu desin.
Dedim ya, mevsimlik hayatlar yaşıyoruz.
“Allah Allah, Allah Allaaaaaah” diye yola çıkıyor, “Allah Allah? Allah Allah?” diye geri dönüyoruz.
Ta ki bir sonraki felakete kadar…
30 Ekim 2011