Bu bana çok iyi geldi…
Pazar gününden beri şaşkınlığım ve kızgınlığımın hala geçmediği bir dönemde ihtiyacım olan bol gürültülü, mutfakta kocaman tencerelerin kaynadığı bir evmiş meğer…
Ağabeyimin bu Pazar yapılacak düğünü için annem, babam, babaannem, halalarım ve benim mevcut bütün tencerelerimi içine alabilecek büyüklükte tencereleri Ankara’daki minicik evimde toplandılar.
Şu anda aziz ve muhterem evimin her köşesi bilfiil işgal edilmiş durumda. (Taburun kalanı da kısmetse cumartesi geliyor işgale) Köpeğim bile kendine yatacak yer bulamadığı için şaşkınlıkla evdeki insanlara ve hareketliliğe bakıp iç çekiyor.
Benim odamdan mutfağa geçerken 3-5 bavulla, yerde yatan birkaç kişi üstünden atlamam gerekiyor. Kapağı zorlukla kapanmış buzdolabını açınca da iki koca tencere sarmanın arasından gözlerimi kısıp bakıyorum, acaba su şişesi tarhananın ardında mı yoğurt kaplarının mı diye?
“Kim yiyecek bütün bunları?” diyorum, halalarım kaşlarını çatıyor “düğün evi burası, gelen giden olur” Diyemiyorum ki, bu büyük şehirlerde herkes küçücük evinde yalnız yaşar, unuttu insanlar çoktan beri böyle adetleri… Mecburen susuyorum…
“Yahu haftada bir gün bana yardımcı geliyor, uğraşmayın, oturun dinlenin” sözlerimi de kimse takmadı haliyle, evde bir temizlik faaliyeti var ki görmeyin… Dolaplar indi, halılar kalktı, toz bezleri ortalığa saçıldı… Süpürgeden ödü kopan köpeğim zamanın büyük çoğunluğunu mecburen balkonda geçirir oldu.
Sabah cep telefonumun alarmı yerine, “hadi geç kalıyorsun” sözüyle uyanıp, “kahvaltı etmeden mi gidiyorsun?” azarları eşliğinde elime tutuşturulan çay ve dürüm yapılmış yufka ekmeğiyle evden çıkıyorum.
Tabii babaannemin “aman kızım, nasıl yürüyorsun o topuklarla, bileğini burkarsın maazallah” sözleri kulağımda ve giderayak nasıl sıkıştırdığını anlamadığım nazar boncuğu da cebimde olarak…
“Aman babaanne, ben hiç içki içer miyim? Bu elimdeki meyve suyu, vitamin olur” diyerek sarılıyorum boynuna. Bazen de babamla “ayran” içiyoruz, peynir ve kavun eşliğinde… Babaannemde yiyecek göz var mı? Bir bana bir babama bakıp daha hızlı tespih çekmeye başlıyor, günahlarımızdan bir an evvel arınalım diye.
Mecburen her sabah daha erken kalkıyorum, yoksa en az 6 kişiyi beklemeden banyoyu, tuvaleti kullanmam mümkün değil. Hani birisi kapıda fiş kesse olacak “bekleyenler içinde beşinci sıradasınız” diye.
Ya da halalarımdan biri ben duştayken, gereksiz bulduğu ama aslında kombiyi çalıştıran fişi çıkarıp yerine süpürge taktığı için bir anda donma tehlikesi de yaşayabiliyorum. Bu da, benim çığlıklarıma karşılık “pardooooon, yine yanlış oldu” diye cevaplanan bir vaka-i adiye durumu son zamanlarda bizim evde.
Kısaca evimin ve hayatımın yönetimini tamamen yitirmiş durumdayım.
Üstelik bu düğün alayı, her gün bir vesileyle basıyor bana kalayı…
Evim dağınıkmış, dolabımda doğru dürüst bir lokma yokmuş, nerde kalmışım, nasıl giyiniyormuşum, hiç tasarruf yapmıyormuşum, niye evlenmiyormuşum, torun yüzü görmeyecekler miymiş?..
Ama ne yalan söyleyeyim, şikayet eder gibi görünsem de özlemişim, büyük yalnız şehrimde sıcacık bir kalabalık içinde yaşamayı…
“Hadi yat artık, kalk geç kalıyorsun, üstüne bir şey al üşürsün” denmesini, mutfaktan güzel kokular gelmesini, uyanınca mis gibi demlenmiş çayın beni beklemesini, kalabalık aile sofrasına oturmayı, tabağımdakini bitirmeden masadan kalkamamayı, uyumadan önce herkesi öpüp de “Allah rahatlık versin” demeyi, ışıkların benden sonra sönüp önce yanmasını…
Kısacası gürültücü, kalabalık ailemi…
Düğün alayı, bir yandan basarken kalayı bir yandan da bu kadarcık sürede sadece evimdeki değil, yüreğimdeki tozu temizliyor…
Kocaman gülümsetiyor…