Dün sabah haberlerinde “meçhul kahraman”ı duyunca çok etkilenmiştim.

Mersin’de bir apartmanda çıkan yangında alevlerin arasına dalarak 10 aylık Güneş bebeği kurtaran meçhul kahraman, habercilere ismini bile söylemeden çekip gitmişti.

Dinlerken Sevgili Beyime dönüp “En çok bu yaptığı hareketi takdir ettim, istese kameraların karşısına geçip de nasıl kahramanlık yaptığını anlatırdı. Ama ismini bile söylemeden çekip gitmiş, tıpkı Süperman gibi” dedim.

Gerçi onun “Kızım ben de meçhul bir kahramanım aslında. Seninle evlenme cesaretine sahip olduğum için kahraman, bunu kimseye söylemediğim için de meçhulüm” cevabı karşısında ben de uçan tekmeyle kafa atan bir Karate Kit olmak istemedim değil; ama “cilala parlat” dönemindeki çekirge misali sakince mutfak tezgahını silmeye devam ettim.

Neyse konuyu saptırmayayım…

Dünkü habere sevinmiştim sevinmesine, ama bugün bakıyorum bütün gazetelerde “Güneş’i ilk biz gördük, bebeği biz kurtardık, üstelik o şahıs fenerimizi de çalıp kaçtı” şikayetleriyle kamuoyunu yanıltmaktan ve hırsızlıktan meçhul kahramana dava açmaya hazırlanan itfaiyenin açıklamaları var.

Şimdi düşünüyorum da, eğer bu adamın amacı reklam yapmak olsa, kameralara dün konuşurdu. Yok eğer hırsızlıksa derdi, yangından kaçıracak mal olarak bir “fener” mi kaldı geriye?

Peki çok merak ediyorum, “bebeği kim kurtardı tartışmalarını boş verin de itfaiyenin neden merdiveni yoktu ve üst katlara ulaşabilmek için başka itfaiye araçlarını beklediniz kardeşim?” diye soracak bir babayiğit yok mudur acep?

Galiba ben abartıyorum, zira bu sorum belki de kimin kahraman olduğundan çok daha önemsiz.

Ama işin tuhafı hakkında bu kadar tartışılan “kahraman” kavramı bizde figüran kadrosundadır gerçekte.

Biz öyle kahraman mahraman sevmeyiz, inanmayız varlıklarına, hele de olağanüstü güçlerine…

Nitekim Tarkan ve Malkaçoğlu’ ndan bugüne dek yarattığımız bir kahraman yoktur. Onlar da delikanlı, demir bilekli aslan parçalarıdır. Öyle uçmak kaçmak, düz duvara tırmanmak yaraşmaz bizim yiğitlere.

Gerçi Malkaçoğlu 10 metrelik düşman duvarlarını bir sıçrayışta geçerdi, ama olsun.

Tarkan’ın süt kardeşi, can dostu “atıl Kurt”u ise çoktan emekliye ayrıldı. Hayvan düşmanlarının mahkeme kararı ile köpek sahiplerinin kapısına dayanıp da “dışarı atıl Kurt” kavgalarıyla gündeme geliyor torunları bugünlerde.

Bazen de geyikliğim tutuyor, düşünüyorum acaba meşhur dünya kahramanları, örneğin Süperman Türk olsaydı, ne olurdu diye?

Dünyayı kurtarıp da akşam eve geldiğinde onu bekleyen sohbetleri hayal ediyorum.

Anne: Oğlum yine terli terli uçmuşsun, bak üşüteceksin. Hem geçen bizim komşunun kızı Ayşegül’ü gördüm, pek hanım, pek maharetli olmuş. Ahir ömrümde evinin kahramanı olduğunu görsem, daha ne isterim?

Baba: Evladım, sen doğduğunda erkek evlat sahibi oldum diye sevindim. Bu ne böyle, tayt üzerine don giyip geziyorsun? Mahallede itibarımız iki paralık oldu.

Ya da örneğin Batman’ın Türk olduğunu düşünürüm bazen.

Öncelikle Türk Batman’e karşı Batman Valisi, “bizim ismimizi kullanıyor” diye dava açmazdı herhalde. Sahi ne oldu o dava?

Diğer yandan sabaha karşı eve gelince karısı başlardı söylenmeye: “Gözü kör olasıca Yarasa Herif, yine sabaha kadar sokaklarda sürttü, bari evde işe yarasa, benim canım çıkar burada ama o perde bile asmaz”

Ormanda 10 kaplan gücünde olduğu söylenen Kızılmaske’ nin durumu ise çok daha vahim olurdu herhalde.

Zira oturduğu orman arazisi çoktan Belediye tarafından istimlak edilmiş ve tatil köyüne dönüştürülmüştü. Şansı varsa o da tatil köyündeki animatör kadrosunda bir iş ayarlardı.

Diyeceğim o ki, süper güçmüş, kahramanmış, iyilikmiş falan bize uymaz böyle işler.

Velev ki bir kahramanla karşılaştık, hiç istifimizi bozmaz, etkilenmez ve “ne kahramanlar gördük aslında yoktular” diye kaşlarımızı kaldırırız.

Deniz Feneri adı altında koca bir ülkeyi soyarlar susarız; ama diğer yandan sizin o kahraman dediğiniz koskoca itfaiyenin fenerini çaldı diye kıyameti koparırız.

Aslında işin doğrusu ne yükseklere ulaşacak merdivenimiz var, ne de Güneş’i kurtarmak için ateşe atlayacak cesaretimiz.

Karşılıksız iyiliğe, doğruluğa inanmayı ise zaten “çoktan” unuttuk…

İşte böyle zamanlarda meçhul kahramanları “yoktan” yere taşlar, rahatlarız…

18 Ağustos 2010