Türkiye’de özellikle de Ankara’da prestijin, çök’menin yani Çok Önemli Kimse olmanın en önemli göstergelerinden biri resepsiyonlara davet edilmektir.
Lakin benim ahir ömrümde en kabul gördüğüm yer otel resepsiyonu’dur.
Siyasi bir duruştan değil, farazi bir duramamışlıktan kaynaklanıyor benimkisi.
Nitekim protokol kuralları konusunda oldukça beceriksiz olan ben; resmi davetlerde her türlü gayri resmi hatalı davranışı gösterebilirim.
Örneğin ev sahibinin elini sıkmak yerine sarılıp öpebilirim onu ya da beyime herkesi tanıdığımı göstermek için misafir zannettiğim takım elbiseli bir garsonla “nasılsınız, epeydir görüşmemiştik” diye sohbete dalabilirim.
Üstelik fena halde sakar olduğum için her an bir vukuat da yaratabilirim.
Birinin ya da kendimin üzerine içki dökmek gibi masum sakarlıklardan bahsetmiyorum.
Kendi düğününde tüm misafirlerin gözleri önünde merdivenlerden yuvarlanan ve ayrıca elektrik akımına kapılmış birisiyim ben, siz düşünün artık.
Neyse ki Beyim ulusal ve uluslararası camiada tam bir salon Beyefendisi karakterine sahip olduğu için sık sık böyle davetler alır.
Ben de, eğer onun gaflet anına denk gelirse, bu tür resmi ve özel davetlere onun kontenjanından katılırım.
Gerçi üst düzey bir sosyete düğününe katıldığımızda, (gösteriş olsun diye taktığım) iki adet kırmızı ojeli takma tırnağı kokteyl masasının üzerinden topladığımı gördükten sonra beni götürmek gibi hataları pek tekrarlamıyor ya da beni tanımıyormuş gibi davranıyor ya neyse.
Son olarak benzer bir hatayı Almanya Cumhurbaşkanı’nın İstanbul’da verdiği davette gösterdi; her ne hikmetse davete benimle icabet etti.
Ve orada herkesin nerede olduğunu merak ettiği Alman Cumhurbaşkanı’nın eşinin bir köşede sessiz ve mütevazi bir şekilde konuklarla sohbet ettiğini; ardından eşinin konuşmasını arkalardan izlediğini görünce “neden Cumhurbaşkanı olamayacağımı bugün bir kez daha anladım Karıcığım” dedi bana.
Zira benim sessizce bir köşede oturmam mümkün değilmiş; büyük bir şangırtı ya da sesli bir kahkaha sonucu herkes nerede olduğumu rahatlıkla öğrenirmiş.
Ayrıca bacak boyu belimi geçen (!) o Hanımefendi gibi uzun olmadığıma ve arkalardan konuşmasını izlemem imkansız olduğuna göre öne geçmeye çalışır; bu esnada mutlaka bir iki konuğu yere devirirmişim.
Bu eleştirileri fazla dikkatli dinlemedim tabii, çünkü o sırada Alman Konsolosuna sevdiği eklerleri paket yaptırmak istediğimi öğrenen garsonun şaşkın bakışlarıyla meşguldüm!
Uzun lafın kısası “hamili kadın ne yazık ki eşimdir” durumları dışında 29 Ekim ya da diğer resepsiyonlara davet edilmemek benim için olağan bir durum, başkaları gibi alınmadım buna.
Sadece Beyimin “her Cumhurbaşkanı olamamış erkeğin ardında, först leydi potansiyelinden yoksun bir kadın vardır” diye hayıflanması üzüyor beni.
O nedenle aile saadetimiz ve cemiyet hayatındaki itibarımız için hızlandırılmış bir Resepsiyon kursu arıyorum, bilginize…
4 Kasım 2010