Etiketler

Bazen ruh halimi, sadece bir günlük ömrü olan bir kelebeğe benzetiyorum.

Ya bir günlük ömre sığdırmaya çalıştığım bir mutluluk var, ya da mutlak sonu bilmenin hüznü.

Sırf bu nedenle ufacık bir şey beni mutlu ederken, ondan çok daha ufak bir şey fena halde yıkıyor.

Kar yağıyor seviniyorum, sonra sokaktakileri düşünüp üzülüyorum.

Evimde dostlarla kahkaha atarken, dışarıdaki dost görünümlü kurtların tehditleri ile boğuşurken buluyorum kendimi.

Yürek veriyorum ama bir yandan da yüreğimi hedef alan oklarla uğraşıyorum.

Maskeli bir balonun davetsiz, hazırlıksız yakalanmış misafiri gibi ezik ve dışlanmış hissediyorum kimi zaman.

Anlayamıyorum, çözemiyorum insanlardaki çok yüzlülüğü.

Neden bu kadar zor, olduğun gibi görünmek ya da göründüğün gibi olmak bilemiyorum.

İnsanları acıtmak bu denli kolay, insan kazanmak neden bu kadar zahmetli diye düşünüyorum.

Vicdanın, merhametin nerede olduğunun merak ediyorum.

Ve Yaradan bize nasıl bir güç bahşetmiş ki, bunca haksızlık, ihanet, kaçak güreş karşısında devam edecek bir yol buluyoruz.

Ruhlarımız, yüreklerimiz böylesine yorgunken bildiğimiz, inandığımız, istediğimiz yoldan ilerliyoruz.

Evet, Yaradan yarattığı insana böyle bir meziyet vermiş.

Yok saymak, görmezden gelmek, duymamak, anlamamak ya da istediğin gibi anlamak…

Ama elimde değil, gözünde, gönlünde, aklında perde olan insanları sevmiyorum, sevemiyorum.

Her sözünün, her hareketinin ardında bir “neden, niyet” olanlardan ürküyorum.

Kelimeleri, davranışları ile karşındakinin canını acıtan ve bundan beslenen ruh emiciler, duygusal vampirler korkutuyor beni.

Uzak durmak mümkün değil, çünkü her yerdeler.

Çünkü Pandora’nın kutusu açıldığı gün saçılmışlar dünyaya.

Yapacak tek şey var belki de, hepimizin sadece bir kelebek ömrüne sahip olduğunu kabul etmek.

Ve devam etmek yola, bir günlük ömre sahipçesine mutlu, sorumsuz, duyarsız…

Ya da bir günlük ömrü zehir etmek, sonumuzun aynı olduğunu bile bile.

Not: Bu yazının hiçbir nedeni ya da muhatabı yoktur, bir kelebek oldum, kondum nedensiz.

Türkan Şanverdi Avcı

28 Ocak 2012